> 1 <
Kırık Link Bildir! #49914 02-06-2006 17:28 GMT-1 saat
Tarihe “Setefi Katliamı” olarak geçen olaylar zinciri 8 mayıs 1945’te II. Dünya Savaşı’nın bitmesi nedeniyle yapılan kutlamalarda başladı. Almanya’nın yenilmesine ve Avrupa’nın kurtulmasına paralel olarak kendi özgürlükleriyle ilgili beklentileri de yükselen Cezayir halkı, bağımsız Cezayir bayraklarıyla sokağa dökülmüştü. Zira savaşın çıkmasıyla Cezayirliler Fransa saflarında savaşmaları halinde zaferden sonra özgürlüklerine kavuşacakları vaadi ile ikna edilmişlerdi. Fransa ordusu, çıkan olayları sindirmek için göstericilere ateş açtı. Katliamda kaç kişinin öldüğü kesin olarak bilinmiyor. Ancak 45 bin kişinin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Bu olaydan sonra bağımsızlık ilanına kadar, Fransa mücahitleri yakalayıp uçaklara doldurduktan sonra havadan atmak da dahil olmak üzere her türlü zulmü yapmaya cür’et ettiği Cezayir’in bağımsızlığını tanımak zorunda kalana kadar bir buçuk milyon Cezayirli hayatını kaybetti. Cezayir’in o zamanki nüfusunu göz önüne getirebilirsek yaşanan trajedinin büyüklüğünü daha iyi kavrayabiliriz. Cezayir’in bağımsızlık mücadelesi verdiği dönemde nüfusu 8-10 milyon civarındaydı. Buna göre Fransız işgal kuvvetleri ülkedeki nüfusun yüzde 15’ini öldürmüşlerdi. Yani her 6,6 kişiden 1 kişi 7,5 yıl süren bir bağımsızlık savaşı esnasında öldürülmüştü.
Cezayir Cumhuriyeti’nin kurulması Fransa’nın ülkedeki faaliyetlerini el altından sürdürmesine engel olmadı elbette. Nitekim Mehmet Şevket Eygi de Cezayir’in bağımsızlık sonrasını şu sözlerle değerlendiriyor. “Cezayir’in petrol geliri, bırakın tek başına Cezayir’i Cezayir gibi beş ülkeyi kalkındırabilir, halklarını refaha kavuşturabilirdi. Nereye gitti yüz milyarlarca dolar? Maalesef batı, İslâm ülkelerinde halkın istediği, halkın seçtiği kişilerin ve kadroların iktidar olmasını istemiyor. Batı, petrol çıkaran ülkelerin, o petrolün gelirleriyle kalkınmasına, halkının refaha kavuşmasına izin vermiyor. Kendi ülkelerinde insan hakları, demokrasi, adalet, güven, eşitlik; İslâm ülkelerinde ise diktatör rejimler, anti-demokrasi, zulüm, güvensizlik ve eşitsizlik olmasını istiyor. Bugün dünyadaki huzursuzluk ve güvensizlik onların bu siyasetinden kaynaklanmaktadır.”
Bir İstiklal Savaşı ile kurulan Türkiye ne yazık ki Cezayir’in bağımsızlık mücadelesi ile ilgili olarak başarılı bir imtihan veremedi. Her ne kadar Cezayir halkına gayri resmi yollardan destek sağlanmış olsa da resmi platformlarda Fransa’nın yanında yer almayı tercih etti Türkiye. Hatta Mısır’ın başkenti Kahire’de kuruluşunu ilan eden Geçici Cezayir Hükümeti’ni resmen tanımadık ve BM nezdinde yapılan oylamalarda Fransa’nın yanında yer almayı tercih ettik.
Türkiye’nin Cezayir aleyhine oy kullanmasını savunanlar, gerekçe olarak iki NATO üyesi arasında böyle bir konuda çelişki yaşanmaması gerektiğini söylediler. Ancak görünen o ki, bu savın Fransa nezdinde hiçbir anlamı yokmuş ki, konuyla ilgili olarak Fransa’da Türkiye’yi savunmayı “ifade özgürlüğü” adına bile imkansız kılan bir siyasi süreci işletmekten çekinilmeyen bir zihniyet ile karşılaşıyoruz.
Daha da hazin ve trajik bir olay ise geçtiğimiz yıllarda turizm adlı ideolojinin kılıfıyla Cezayir sokağı iken adı Fransız sokağı olarak değiştirilen yerde yaşandı. Fransızların Cezayir’de yaptığı zulmü anlatan bir belgeselin gösterimine engel olundu. Belgeselin yönetmeni Sinemacı Attila Hakan Ganimgil ise olayı o günlerde şu cümle ile izah etti: “Buranın Türkiye toprağı olmadığını anladım.”
8 Mayıs katlimanın bir yıldönümünün daha geride kaldığı bu hafta içinde Fadime Özkan’ın sorusunu tekrar etmekte fayda var. “Sorulması ve cevaplanması gereken soru şu: Cezayir’e ve Cezayir Sokağı’na Türk olarak mı bakacağız, yoksa Fransız olarak mı?”
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
crazy_31:
...neyleyim KIRMIZI deyince, BEYAZ demeyen yari..