> 1 <
Kırık Link Bildir! #339095 10-08-2009 21:13 GMT-1 saat
Benim kalbim temiz deyip, o kalbi veren Allah'ın en çok istediği ibadeti yapmayan insan, sadece kendini aldatır. Çünkü, kalb ancak Allah'ı anmakla tatmin olur. Allah yoksa bir kalpte, o kalb dünya sevgisiyle dolu demektir. Bir insan namaz kılmıyorsa, kalbinde Allah'a karşı derin bir boşluk var demektir ve her an bu insanın küfür sathına geçmesi sözkonusudur. Efendimiz buyuruyor ki; "Namaz kılmayanla küfür arasında sadece bir perde kalmıştır." Belki de bunun için Sahabi, namaz kılmayana neredeyse müslüman değil nazarıyla bakıyordu.
Allah Resulü, "Namazı terkeden, Allah'ın huzuruna, Allah ona çok kızmış bir halde çıkar." buyurmuştu. Bunu bilen Abdullah bin Abbas, gözleri görmez olduğunda kendisine, sırt üstü yatıp bir kaç gün namazı ima ile kılması durumunda tedavisini yapabileceğini söyleyen doktora, "hayır bunu yapamam, çünkü Allah Resulü böyle buyurdu" demişti.
Hazreti Ali bir gün sabah namazına kalkamaz. O gün akşama kadar ibadetle meşgul olur. Ertesi gün kendisini, tanımadığı biri namaza kaldırır. Hazreti Ali ona "sen kimsin" der. Şeytan olduğunu söyler. Niçin bunu yaptığını sorunca da, "Yine bütün gün Allah'a ibadet etmen beni memnun etmezdi" diye cevap verir. Evet şeytan vazifesini yerine getiriyor, Hazreti Ali de kendine düşeni yapıyordu. Namaz kılmayanlar, her gün şeytanı ne kadar sevindiriyorlar, düşünmeliler!
Namaz, imandan sonra gelen en büyük hakikattir. Allah pek çok yerde, imandan hemen sonra namazdan bahseder. Mü'minleri tarif ederken hep, "iman eden ve salih amel işleyen" şeklinde tarif eder. Salih amelin başı ise, namazdır. Pek çok yerde de, imandan sonra direk namazı getirir. Daha Bakara Suresi'sinin başında "gayba iman edenler ve namazı dosdoğru kılanlar" şeklinde, Allah mü'minleri tarif eder. Ensardan bir zat hurma bahçesinde namaz kılarken, gözü hurma salkımlarının gölgesine ilişir ve kendisine geldiğinde kaç rekat namaz kıldığını unutur. Sonra da Hazreti Osman'a gelerek, "Beni namazda oyalayan bu bahçeyi Allah yolunda feda etmek istiyorum" der. Hazreti Osman da bahçeyi elli bin dirheme satarak hazineye aktarır. O bahçe o tarihten sonra "elli binlik bahçe" diye anılır. Evet, kuvvetli bir Allah inancına sahip olan sahabi, kendisini Allah'tan alıkoyan bahçesini yine Allah yolunda feda etmeyi hiç zor görmüyordu. Namaz onların nazarında buydu.
Namaz, mü'minin miracıdır. Namazın muhtevası, insanların çok engin düşünmelerine vesile olacak kadar geniştir. Namaz kılarken, derinlemesine bir aşk u şevk içinde Allah'ın huzurunda bulunmanın şuurunda olmaktan, onu Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in arkasındaki cemaatten bir fert olarak kıldığını hissetmeye kadar; doğrudan doğruya kendisini meleklerin safları arasında görmekten, bir hamlede bizim ufkumuzu açan, Arş'ın örtüsüne alnını koyuyor gibi onu eda etmeye kadar geniş bir yelpazede namazı duyma şekilleri vardır. İnsanın buna muvaffak olmasının şart-ı evveli, namazı tıpkı bir Mirac veya Mirac'ın gölgesi gibi bilmesidir. Zira o, sadece yatıp kalkmaktan ibaret bir hareketler topluluğu değildir. Mü'min için her namaz bir Mirac vesilesidir. Ve mü'mine düşen de, her namazda farklı farklı buudlarda bile olsa Miracını tamamlamaktır.
Namaz kılmak, bir tesbih, bir ta'zim ve bir şükürdür. Namaza duran kimse, kendi kusurunu, günahını, küçüklüğünü, Allah'ın kusurdan, aczden uzak olduğunu ve O'nun büyüklüğünü hatırlayarak "sübhanallah" ve "allahuekber" der. Allah'ın sonsuz nimetine karşı sonsuz şükür gerekir. Fakat bu şükür mümkün değildir. Ancak, insan niyetiyle ve niyetini mümkün olduğunca amele dökerek bu şükrü yerine getirebilir. Bu da sağlam bir kulluk ve devamlı ibadetle olur. Kulluğun en bariz özelliği ve ibadetlerin özü ise namazdır. Namazda "elhamdülillah" kelimesi bu şükrün dil ile ifadesidir.
Allah, Rab'dır. Rab, besleyen, terbiye eden, büyüten demektir. Allahın sonsuz bir Rububiyeti (Rabliği) vardır. Bu durum, Allah'ın, sonsuza kadar mahlukatı beslediği, terbiye ettiği manasına gelir. Bu kadar Sonsuz ve Büyük bir Saltanat, elbette kusurdan, noksandan uzak olmalıdır. İşte bu manayı ifade eden, namazın içindeki "sübhanallah" kelimesidir. Yine bu Saltanat, acizlikten, küçüklükten, başkasına muhtac olmaktan da uzaktır. Öyle olmasaydı nasıl her şeyi çok mükemmel bir şekilde idare edecek, her şeyin ihtiyacına koşacak, her şeye cevap verecekti!?. İşte bu manayı ifade eden, yine namazın içindeki, el pençe divan durarak, bel kırarak, boyun bükerek; rükûlarda, secdelerde, kıyamlarda söylenen "allahuekber" kelimesidir.
Yine bu Saltanat, yani bu kadar doyuran, besleyen, terbiye eden, idare eden bir saltanat, elbette karşılığında bir şükür ister. İşte namazda, her rekatta Fatiha'nın başında söylenen "elhamdülillah" kelimesi, iki namaz arasındaki nimetlere bir nevi şükürdür.
Ayrıca, bu manaları teyid eden, destekleyip kuvvetlendiren bir de namaz sonrası tesbihler vardır. Yani, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem tarafından büyük bir sevabı olduğu ifade edilen, terkedilmesi ise çok büyük bir boşluk ve kayıp olarak görülen, 33'er defa söylenen "sübhanallah", "elhamdülillah" ve "allahuekber'lerdir.
Namaz kılmak hem çok kolay hem de çok kârlı bir ticarettir. Bediüzzaman Hazretleri'nin Dördüncü Söz'de işaret ettiği gibi beş vakit namaz, yirmidört altın seviyesinde olan günlük yirmidört saatin sadece bir saatini alır, fakat ebedi bir cennet hayatını insana müjdeler. Tüccar, elbette sermayesinin hepsini harcamaz, bir kısmını yanında tutar, ta ki, ilerde işe yarasın, işini devam ettirebilsin. Hepsini birden, hem de lüzumsuz bir iş için harcarsa neticede ne olacağı belli olur. Lüzumlu bir iş için harcasa bile dünya hayatı ebedi değilken, ne kadar lüzumlu olabilir?! Şimdi, günlük sermayesinin yirmiüç saatini bu kısa dünya hayatı için harcayıp da onun bir saatini ebedi hayatı için vermeyen insanın ne kadar zarar ettiği malumdur.
Namazdaki secde, kulun Allah'a en yakın olduğu andır. Efendimiz'in ifadesidir bu.
Namaz, günde beş defa Allah'a hesap vermenin adıdır. Bize çok değerli bir sermaye verilmiştir. Bu sermaye ömürdür. Ömrün de kendine göre bir hesabı vardır. Mü'min her an yaşadığı hayatın hesabını verme şuuruyla yaşar. Bu şuuru her zaman canlı tutan da beş vakit namazdır.
Namaz, günde beş defa insanın,Yüce Huzur'da küçüklüğünü bilmesidir. Günde beş defa Allah'ın huzurunda el pençe divan duran insan, elbette kendi küçüklüğünü hatırlayacak, neye ihtiyacı varsa, her şeye gücü yeten, her şeyi elinde bulunduran Allah'tan isteyecektir. Hazreti Ali radıyallahu anh'ı abdeste giderken bir titreme alırdı. Bu heyecanının ve ürpertisinin sebebini soranlara da "Biraz sonra Allah'ın huzuruna çıkacağım, nasıl titremeyeyim" derdi.
Namaz, günde beş defa günahlardan arınmadır. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor: " Beş vakit namaz, herhangi birinizin evinin önünden akan ve günde beş defa yıkandığı suyu bol bir nehre benzer. Allah, beş vakit namaz sayesinde, günahları yok eder." (Buhari-Müslim)
Ashabdan biri bir günah işlemiş, neticeyi de gelip Allah Resulü'ne bildirmişti. O sırada şu ayet indi: "Gündüzün başı ve sonu ile, gecenin başlarında namaz kıl; çünkü iyi ameller, kötülükleri giderir." Sahabi Allah Resulü'ne "bu ayet benim hakkımda mı indi" diye sordu. Allah Resulü de "bütün ümmetim hakkında indi" buyurdu.
Bir başka Hadisinde Allah Resulü şöyle buyuruyor: " Aralarında büyük günahlar işlenmedikçe, beş vakit namaz ve cuma namazı, günahlara keffarettir."
Bir diğer Hadis de şöyle: "Herhangi bir kimse, farz bir namazın vakti gelince onun abdestini tam alır, rükusunu tam yapar ve o namazı huşu ile (Allah'a saygıyla ve O'ndan korkarak) kılarsa, o namaz, o güne kadar işlemiş olduğu günahlara keffaret olur. Bu her zaman böyledir."
Selman Farisi anlatıyor: "Bir gün Allah Resulü ile beraber bir ağacın altında bulunuyorduk. Ağacın bir dalını aldı ve salladı. Daldaki yapraklar dökülünce bana "niçin böyle yaptığımı sormayacak mısın?" dedi. Ben de niçin yaptığını sordum. Buyurdu ki: "Bir müslüman güzelce abdest alır ve beş vakit namazı kılarsa, şu yapraklar döküldüğü gibi onun da günahları dökülür."
Allah Resulü zamanında iki kardeş müslüman olur. Bir şehid olur diğeri de bir sene sonra ölür. Talha bin Ubeydullah rüyasında, sonra ölenin şehid olandan önce cennete girdiğini görür ve durumu hayretler içerisinde Allah Resulü'ne aktarır. Allah Resulü şöyle der: " O sonradan ölen, şehid olan kardeşinden sonra, altı bin küsür rekat namazını kılmadı mı, Ramazan orucunu tutmadı mı? O halde iki kardeş arasında yerle gök arası kadar fark vardır." Allah Resulü'nün vefat ederken yaptığı vasiyetin tamamı şuydu: " Aman namaza sarılın! Bakmakla yükümlü olduğunuz kimselerin (işçi, köle, cariye, yetim..vs.) hukukunu gözetin." Efendimiz'in hizmetçisi olan Enes bin Malik diyor ki, "Canı boğazına gelene kadar, dili döndükçe bunu tekrar etti."
Namaz, insanı bütün fuhşiyata ve kötülüklere karşı koruyan bir siperdir. Cenab-ı Hak, Ankebut sûresi, 45. Ayet'te şöyle buyuruyor: " Hiç şüphe yok ki namaz, insanı çirkin işlerden ve haramlardan alıkor." Fakat bu namaz, gerçekten, Allah'ı görüyor gibi kılınan namaz olmalı.
Namaz kılmayı gerektiren deliller:
1- Başta Cenab-ı Hak, namazı emreder. O'nun kulu olan, O'nun biricik isteğini yerine getirmez mi?
2- Melek ve Peygamberler başta olmak üzere, bütün nurani şahsiyetler, en büyük şerefi Allah'a bağlılıkta bulmuşlar, bunu da namazla göstermişler. Allah Resulü, sabahlara kadar namaz kılmaktan ayakları şişiyordu. Neden böyle yaptığını söyleyenlere de, "Allah'a çok şükreden bir kul olmayayım mı?" diyordu.
Hazreti Ömer hançerlenmiş yatıyordu. Baygındı ve bir türlü ayıltamamışlardı. O sırada Misver bin Mahreme gelir. Durumu öğrenince, "O'na namazın geçtiğini söyleyin, hemen ayılır." der. Ömer'e, "Yâ Ömer, namaz!" derler. Ömer, birden yerinden doğrulur ve "Öyle mi, vallahi namazı terkedenin İslam'da payı yoktur." der. Ve sonra da vücudundan kan aka aka namaz kılar.
Hazreti Osman, gece kıldığı bir rekatlık namazda Kur'an'ın tamamını hatmediyordu.Esved bin Yezid En Nehaî, Sahabi'nin arkasından yetişen en büyük insanlardan biriydi. İbadetiyle meşhurdu. Gece sabaha kadar, evinin damında bir sütun gibi durur ve namaz kılardı. Komşusunun çocuğu da O'nu gerçekten bir sütun zannederdi. Bir gün çocuk o sütunu yerinde göremez ve annesine "Anneciğim, şu damın üstündeki sütuna ne oldu?" diye sorar. Annesi şöyle cevap verir: " Yavrum o sütun değildi. O, Esved'di. Bugün öldü."
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu