> 1 <
crazy-charisma07
By The Hayat...
Çavuş
1261 ileti
Yer: Sence ?
İş: Avea-iş
Kayıt: 22-03-2008 15:05
İş: Avea-iş
Kayıt: 22-03-2008 15:05
Kırık Link Bildir! #344048 10-09-2009 20:10 GMT-1 saat
Gafil, hangi üç asır, hangi asır,
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarih söylememiş bunu,
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak.
Yaşanan tarihi gömüp doğru tarihe gidin.
Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa' nın Alpler' inde Oğuz torunları,
Doğudan çıkan biz, batıda yine biz;
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz.
Hep insanlar kendini bilseler,
Bilinir o zaman ki hep biriz.
Türk sadece bir milletin adı değil
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar!
Ey yığın yığın insan gafletleri!
Yırtılsın gökteki gafletten perde,
Hakikat nerede?
Mustafa Kemal Atatürk
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarih söylememiş bunu,
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak.
Yaşanan tarihi gömüp doğru tarihe gidin.
Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa' nın Alpler' inde Oğuz torunları,
Doğudan çıkan biz, batıda yine biz;
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz.
Hep insanlar kendini bilseler,
Bilinir o zaman ki hep biriz.
Türk sadece bir milletin adı değil
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar!
Ey yığın yığın insan gafletleri!
Yırtılsın gökteki gafletten perde,
Hakikat nerede?
Mustafa Kemal Atatürk
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken
alan, biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle,
gerçek faziletle süslenip donanmaktır.
Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak,
aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak
şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen
ve buna kesinlikle emin olanlardanım.
alan, biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle,
gerçek faziletle süslenip donanmaktır.
Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak,
aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak
şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen
ve buna kesinlikle emin olanlardanım.
Ey kahraman Türk kadını!
Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın
Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın
Mustafa Kemal Atatürk
Şiiri okuduktan sonra tatmin olmamış bir şekilde araştırmaya koyuldum, bakın neler buldum..
***
Atatürk, 1932 yılının Ekim ayı ortalarında İstanbul Valikonağı'nda düzenlenen bir sünnet törenindedir. Atatürk'ün sekiz ay önce bir başka toplantıda "Edebiyat nedir?" sorusunu, sınava çekilmek gibi değerlendirerek "Bilmiyorum." diye cevap veren İsmail Habib Sevük de davetliler arasındadır.
Atatürk, Sevük''ü masasına çağırır. Sohbette dil konusu açılır. Atatürk, Sevük'e, içinde Arapça ve Acemce olmayan bir konuşma yapmasını önerir. Sevük de genç şairlerden birine ait Tuna hakkındaki şiirin bazı kelimelerini değiştirerek okur:
Yelesi kabarmış atlarla değil
Kötü bir trenle geçtim Tuna''dan
Tuna''dan döneli bizim ordular
Akmıyor, yerinde duruyor sular.
Atatürk'ün "Büyük Türk tarihinin uğultularıyla dolu" olan kafası "Tuna" deyince kırlangıç cıvıltısı gibi o minik mısralarla yetinmiyor ve diyor ki:
-Bak Habib, darılmaca, marılmaca yok; bu şiir olmamış.
-Evet efendimiz, olmamış.
-Yoksa bu şiir senin değil mi?
-Hayır efendimiz.
Gazi ferahlamış gibi gülüyor:
-Buna ayrıca memnun oldum.
Duruyor, kadehinden bir yudum alıyor:
-Al eline kalemi; Tuna''yı ben dikte edeceğim.
Ve başlıyor, ağır ağır dikte etmeye. Hazırlıksız söylediği bu sözler "nazım şeklinde, nazımla nesir arası, bazı mısraları aruza bile uygun düşen, kafiyeler bazen tam, bazen yarım, bazen serbest ve kafiyesiz bir tarz"dadır.
Dikte işi bittikten sonra Gazi, Sevük''e şöyle diyor:
-Bunların şimdi veznine kafiyesine filan bakma; onları sen bir şekle koy. Ben yalnız fikri dikte ettirdim. Sen bunu yarın akşama kadar bir eser yapacaksın.
İsmail Habib, "Şimdi ne yapacağım?" der gibi Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey''in yüzüne bakar. Reşit Galip de bir uyarıda bulunur:
-Paşam, İsmail Habib Bey''in nazımda pek melekesi yoktur.
Gazi ısrar eder:
-Ben İsmail Habib''i bilirim. Nazım, nesir, yahut ikisi ortası; bunu istediği gibi çerçeveleyerek bir eser yapacak.
İsmail Habib çaresizlik karşısında hemen işe koyulur ve "Tuna Üstündeki Ses" başlığı altında Atatürk''ün dikte ettirdiği fikirlerle bir şiir meydana getirir.
Atatürk, ne yazık ki bu taslağı görmemiştir. İsmail Habib Bey, defalarca Atatürk''ün makamında bulunmasına rağmen, devlet işleri görüşüldüğü için şiiri sunma imkanı bulamamıştır. Fakat sonradan ihtiyaten ikinci bir taslak daha yazmıştır. Sevük, "Yazılar vakıa benimdir, fakat ona üflenen nefes O'nun. Burada yazıya değil, O'nun aziz nefesinden sinen hatıranın vecdine bakmalı." demiştir.
Şiirin son şeklini Arif Kaptan, Türk Dili dergisinde "Atatürk ve Sanat" başlıklı yazısında yayınlamıştır. Sevük''ün ilk taslağı ile son şiir arasında fikir açısından fark yoktur. İkinci şiir daha derli topludur.
***
Ayrıca
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
***
Atatürk, 1932 yılının Ekim ayı ortalarında İstanbul Valikonağı'nda düzenlenen bir sünnet törenindedir. Atatürk'ün sekiz ay önce bir başka toplantıda "Edebiyat nedir?" sorusunu, sınava çekilmek gibi değerlendirerek "Bilmiyorum." diye cevap veren İsmail Habib Sevük de davetliler arasındadır.
Atatürk, Sevük''ü masasına çağırır. Sohbette dil konusu açılır. Atatürk, Sevük'e, içinde Arapça ve Acemce olmayan bir konuşma yapmasını önerir. Sevük de genç şairlerden birine ait Tuna hakkındaki şiirin bazı kelimelerini değiştirerek okur:
Yelesi kabarmış atlarla değil
Kötü bir trenle geçtim Tuna''dan
Tuna''dan döneli bizim ordular
Akmıyor, yerinde duruyor sular.
Atatürk'ün "Büyük Türk tarihinin uğultularıyla dolu" olan kafası "Tuna" deyince kırlangıç cıvıltısı gibi o minik mısralarla yetinmiyor ve diyor ki:
-Bak Habib, darılmaca, marılmaca yok; bu şiir olmamış.
-Evet efendimiz, olmamış.
-Yoksa bu şiir senin değil mi?
-Hayır efendimiz.
Gazi ferahlamış gibi gülüyor:
-Buna ayrıca memnun oldum.
Duruyor, kadehinden bir yudum alıyor:
-Al eline kalemi; Tuna''yı ben dikte edeceğim.
Ve başlıyor, ağır ağır dikte etmeye. Hazırlıksız söylediği bu sözler "nazım şeklinde, nazımla nesir arası, bazı mısraları aruza bile uygun düşen, kafiyeler bazen tam, bazen yarım, bazen serbest ve kafiyesiz bir tarz"dadır.
Dikte işi bittikten sonra Gazi, Sevük''e şöyle diyor:
-Bunların şimdi veznine kafiyesine filan bakma; onları sen bir şekle koy. Ben yalnız fikri dikte ettirdim. Sen bunu yarın akşama kadar bir eser yapacaksın.
İsmail Habib, "Şimdi ne yapacağım?" der gibi Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip Bey''in yüzüne bakar. Reşit Galip de bir uyarıda bulunur:
-Paşam, İsmail Habib Bey''in nazımda pek melekesi yoktur.
Gazi ısrar eder:
-Ben İsmail Habib''i bilirim. Nazım, nesir, yahut ikisi ortası; bunu istediği gibi çerçeveleyerek bir eser yapacak.
İsmail Habib çaresizlik karşısında hemen işe koyulur ve "Tuna Üstündeki Ses" başlığı altında Atatürk''ün dikte ettirdiği fikirlerle bir şiir meydana getirir.
Atatürk, ne yazık ki bu taslağı görmemiştir. İsmail Habib Bey, defalarca Atatürk''ün makamında bulunmasına rağmen, devlet işleri görüşüldüğü için şiiri sunma imkanı bulamamıştır. Fakat sonradan ihtiyaten ikinci bir taslak daha yazmıştır. Sevük, "Yazılar vakıa benimdir, fakat ona üflenen nefes O'nun. Burada yazıya değil, O'nun aziz nefesinden sinen hatıranın vecdine bakmalı." demiştir.
Şiirin son şeklini Arif Kaptan, Türk Dili dergisinde "Atatürk ve Sanat" başlıklı yazısında yayınlamıştır. Sevük''ün ilk taslağı ile son şiir arasında fikir açısından fark yoktur. İkinci şiir daha derli topludur.
Sadi Borak // Atatürk ve Edebiyat
***
Ayrıca
bağlantıyı göster (facebook ile) bağlantıyı göster (klasik üye girişi ile)
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu