---alıntıdır---
İstanbul'un fethinin yıldönümü vesilesiyle, Fatih Sultan Mehmet'i ve 1400'lü yılların dünyasını inceleyen kitapları yine gözden geçirdim. Bu arada farkına vardım ki, hepimiz kadırgaların karadan Haliç'e götürülmesine takılıp, Fatih'in nasıl bir eğitim aldığını unutmuşuz.
İngiliz tarihçi Steven Runciman, Babinger ve Uzunçarşılı gibi tarihçilerin çalışmalarından da yararlandığı "Konstantinopolis Düştü" kitabında Fatih Sultan Mehmet'i şöyle anlatır:
-2'nci Mehmed, 30 Mart 1432'de Edirne'de dünyaya geldi. Annesi Hüma Hatun Türk asıllı bir cariyeydi. Haremindeki soylu ailelerden gelen cariyelerin doğurduğu oğullarını tercih eden Sultan Murad, Mehmed'e pek önem vermemişti. Şehzade Mehmed, çocukluk yıllarını annesi ve dindar bir kadın olan dadısı Daye Hatun'la birlikte Edirne'de geçirmişti.
Bu çocuğun kaderinin değişmesi ise şu çizgiyi izler:
Büyük ağabeyi Şehzade Ahmet'in 1437'de Amasya'da ani ölümü, diğer ağabeyi Alaeddin'in de altı yıl sonra aynı şehirde anlaşılmaz şekilde öldürülmesi, Mehmed'i on bir yaşında Osmanlı tahtının varisi yapmıştı. Bu durum karşısında Mehmed'i saraya çağıran Sultan Murad, oğlunun zayıf bir eğitim görmüş olduğunu anlayınca çok üzüldü. Hemen, başta ünlü bilim adamı Ahmet Kurani olmak üzere bir alay hoca tutuldu. Bu hocalar görevlerini başarıyla yerine getirdiler. Şehzade Mehmed çeşitli bilim ve felsefe dallarında, İslam ve Yunan edebiyatı alanında köklü bir eğitim gördü.
Babası Sultan Murad 13 Şubat 1451'de ölünce 19 yaşında tahta geçen ve iki yıl sonra "Fatih" olan Mehmed'in aldığı eğitim sonucundaki durumu şöyledir.
-Anadili Türkçe'nin yanında Yunanca, Arapça, Latince, Farsça ve İbraniceyi kusursuz şekilde konuşuyordu. Babasından da devlet yönetimi konusunda dersler almıştı.
ALTI DİL BİLİYORDU
Düşünebiliyor musunuz? Bugün bazıları Osmanlı'yı küçümser. Ama 15'inci yüzyılda devletin başına 19 yaşındayken altı dil bilen, her alanda bilgiyle donatılmış bir genç adam geliyor. O bilginin verdiği bilinçle, Osmanlı'yı 20'nci yüzyıla kadar sürecek olan bir imparatorluğa dönüştürüp, Doğu Roma'nın yerine geçiriyor.
Hep düşünürüm. Fatih bugün yaşasaydı, onun için "Bilgi" nin içeriği ne kadar farklı olurdu.
Düşünün ki Fatih Sultan Mehmet, Amerika kıtasının varlığından haberdar değildi. Herhalde çağdaşları gibi o da dünyanın düz olduğunu zannediyordu.
Kristof Kolomb'un yola çıkmasına 40 yıl vardı. Fatih'in sofrasında domates yoktu mesela. Matbaa da henüz icat edilmişti. Yani Fatih altı dil biliyordu ama basılı kitap hiç görmemişti.
Bütün bunların özeti olarak şunu söylemek mümkündür.
Eğer bu ülkeyi yöneten insanlar, 15'inci yüzyılda yaşamış bir padişahtan daha az bilgili ise, durum dramatik bir tabloyu işaret etmektedir.
Bugün dünyayı anlamak ve bilgiye ulaşmak için Fatih gibi altı dil bilmeye gerek yok. İngilizce bilip, internette sörf yaptığınız, bir arama motoruna girdiğiniz zaman, ulaşamayacağınız bilgi yok. Herhangi bir dildeki bir gazeteyi, bir arama motorunda birkaç saniyede İngilizce'ye çevirtebiliyorsunuz mesela.
Shakespeare'in tüm oyunlarının, bütün kutsal kitapların ve dünya atlasının yüklendiği bir CD Rom'u ABD'den 15 dolara alıp, Turgut Özal'a doğum günü hediyesi olarak verdiğimde yıl 1989'du. Henüz internet yoktu. Özal'ın, CD Rom'u bilgisayarına yerleştirip incelediğinde nasıl heyecanlandığını hala hatırlıyorum. GSM cep telefonu da yoktu henüz. Analog araç telefonlarını "İletişim devrimi" nin yansıması olarak görüyorduk.
Bu sürede otomobil kullanmasını bilmeyen yöneticileri gördük. Bilgisayarı sadece sekreterlerinin masasında görenlere de rastladık. Ve Fatih'inkinden daha eski bilgilerle yurt ve dünya olaylarına yorum getirenlerle de karşılaşmadık mı?
GENÇ VE BİLGİLİ KUŞAKLAR
Düşünün ki, daha düne kadar devletin havaalanı, yol, köprü, liman yapmasının, telefon ve televizyon hizmeti sunmasının kamu hizmetinin gereği "Külfetler" olduğunu zannederdik. Oysa şimdi bunların kar üreten ve büyük parasal değer taşıyan girişimler olduğunu biliyoruz. Bunlar için devlet vergi gelirlerinden ödenek aktarmıyor, bunları işletenlerden milyarlarca dolar bedel veya kira alıyor.
"Bilgi" artık herkesin ulaşabileceği yakınlıkta. 15'inci yüzyılda sadece Fatih'in bildiklerinin binlerce kat daha fazlasını, bugün bir lise öğrencisi bilebilir. Ama bazıları hala gözlerinin önünde gerçekleşen değişimin ve önlerinde duran bilginin farkında olmayabiliyorlar. Çoğunun artık bir anlam taşımadığı eski bilgilerle, bugünü anlamaya ve daha da kötüsü yarını engellemeye çalışıyorlar.
Sosyo-politik yaşamımız bu yüzden artık kabak tadı vermiş kısır rejim kavgalarından kurtulamıyor.
İstanbul'un fethinin yıldönümünde, o döneme ilişkin kitapları karıştırırken, 21'inci yüzyıl Türkiye'sinin bilgili, bilinçli genç kuşaklara her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğunu hissettim.