İstanbul’da, “suriçi” denilen bölgede, bir azınlık hastanesi var. Bu hastanenin mütevelli heyeti başkanı 2001 ve 2002 yılı başında, civarındaki Oto Sanayi Bölgesi esnafını gezerek “dinî tesis alanını işgal ettiklerini ve hemen burayı terk etmelerini” bildiriyor. Ayrıca bu zatın şöyle konuştuğu söyleniyor:
“Bütün İstanbul bizim! (Burada dönemin başbakanının adını veriyor) o, sizi AB’ye soksun, o zaman görüşeceğiz. 1453 yılında aldığınız İstanbul’un tapusunu yeniden üzerimize geçireceğiz.
Biraz evvel haberlerde Bartholomeos’u dinledim. Diyor ki:
“Türkiye bizim istediklerimizi yerine getirince AB’ye tam üye olacaktır.”
Zannedersiniz ki Bartholomeos AB’nin genişlemeden sorumlu bakanı, komiseri yahut da AB dönem başkanıdır. Nasıl böyle kendinden emin konuşabiliyor?
Kendilerine “ültimatom” verilen oto sanayi esnafı, önce gülüyorlar bu lâflara ama 2 Haziran sabahı bölgenin belediye ekipleri, Oto Sanayi Sitesi’ne, hiçbir ihbar yapmadan, “yıkım”a geliyorlar. Ateş püsküren esnaf bu sefer belediyeye koşuyor. Bütün kapılar yüzlerine kapanıyor. Sonra kaymakama gidiyorlar, bir sonuç alamıyorlar. Yarısı Vakıflar idaresine, diğer yarısı hastane vakfına ait olan arsa için mütevelli heyeti başkanı:
“Hepsi bizimdir!”diyor.
Açılan dâvâları Vakıflar idaresinin kazanmasına rağmen, yıkım gerçekleşiyor. Hastanenin içinde, devrin başbakanının kardeşinin karısına ait bir okul var ki, bu yapının “külliyen” kaçak olduğu söyleniyor. Bu inşaat sırasında belediye başkanının kim olduğunu, tarihleri hesaplıyarak çıkarabilirsiniz.
Yapılan itirazlar karşısında şimdiki belediye başkan yardımcısı şöyle bir savunma yapıyor:
“Turgut Özal’ın Anıt Mezarı’ndan başlıyarak semtin denizle birleştiği yere kadar, din turizmine açmayı amaçlıyoruz. Bu bölgede Ortodoks Rumlarca kutsal sayılan Meryem Ana Rum Ortodoks manastırı var. Bizim için zemzem suyu neyse, bu manastırdan çıkan su da onlar için aynı önemde görülüyor. Bu manastıra şimdiye kadar 9 patrik gömülmüş Yunanistan’dan yüzlerce ziyaretçi geliyor. Ayrıca bölgede Ortodoks Rumlara ait hastane, okul ve mezarlıklar bulunuyor. Bölgede bulunan sanayi tesisleri, iş yerleri, depolar, kamyon garajları, şekilsiz evler, metruk ve kaçak binalar, çirkin bir görüntü oluşturuyor. Bunları yıkıp bu alanı güzelleştireceğiz. Finansman için Büyükşehir Belediyesi, Kültür Bakanlığı ve Sayın Bartholomeos’la görüştük. Bartholomeos Dünya Bankası ile görüşerek karşılıksız 25 milyon dolar bütçe aldı.”
Bütün bu olanların, Patrik’in kendisini “ekümenik” ilan etmesinin de, Lozan’a aykırılığı hatırlatıldığında:
“Şimdi, Lozan’a aykırı tek karar bu değil. Malum son yıllarda alınan birçok karar Lozan’a aykırıdır. Daha önce yapmış olduğumuz birçok uluslararası anlaşmaya aykırı kararlar da alınıyor. Bu beni, açıkçası, fazla ilgilendirmiyor.”
Bunları okuduğum zaman, samimiyetle söyliyeyim ki, İstanbul’un oto sanayi sitelerini, depolarını, kamyon garajlarını, şekilsiz evlerini, metruk binalarını, “çirkin bir görüntü oluşturuyor” denilen yerlerini, ne kadar sevdiğimi ve asla onların bu şekilde güzelleştirilmelerine katlanamayacağımı düşündüm... Gölge etmemelerini ve başka ihsan istemediğimizi, İstanbul’u, onların gölgesi üzerimizden gittiği vakit kendi paramız, kendi zevkimiz, kendi ruhumuzla güzelleştirebileceğimiz günlerin de elbette geleceğini... ve buna benzer birçok şeylerin yanısıra 9 Kasım’ın yaklaşmakta olduğunu düşündüm.