> 1 <
AyakizLeri
Çavuş
177 ileti
Yer: Türkiyenin Cenneti RİZ
İş: Herbişey
Kayıt: 13-06-2006 06:29
İş: Herbişey
Kayıt: 13-06-2006 06:29
Kırık Link Bildir! #71421 29-06-2006 08:55 GMT-1 saat
ÖLÜM ANIN
Düsün bir kere! Sen can çekismektesin. Ölümün sikintisi, acisi, sarhoslugu, gam ve istirabiyla bogusmaktasin. Ölüm melegi ayagindan itibaren ruhunu çekmeye baslamis. Bu çekisin acisini ayaginin ta ucundan hissetmektesin. Sonra bu çekis araliksiz devam eder. Can çekisme kizisir. Ruh asagidan yukarya olmak üzere bütün bedeninden çekilir. Aci doruga ulasmistir. Ölümün sikintilari bütün bedenine yayilmistir. Kalbin, ürperti ve üzüntü içindedir. Rabbinden gazab veya hosnutluk müjdesini gözleyip beklemektedir. Canini almakla görevli melekten bu iki haberden birini almaktan baska bir ihtimal olmadigini an-lamissindir.
Ölüm Meleginin Görünüsü
işte sen böyle gam, tasa, ölüm acisi ve siddetli üzüntü içerisinde Rabbinden iki müjdeden birini beklerken, birden bire ölüm meleğinin çehresiyle yüz yüze gelirsin. Bu çehre ya en güzel veya en çirkin bir manzara arzetmektedir.
Bedeninden ruhunu çekip çikarmak üzere elini agzina dogru uzatirken ona bakiyorsun. Bu hâle düsmekten ve ölüm meleğinin yüzünü görmekten dolayi nefsin zillete bürünmüstür. Ondan nasil bir müjdeyle ansizin karsilasacagini merak edip duruyorsun. Birden bire onun sesini duyuyorsun. Sana: “Allah’in riza ve mükâfatiyla sevin, ey Allah’in dostu!” veya “O’nun gazab ve azabiyla sevin (!) ey Allah’in düsmani!” haberini aliyorsun.
iste o anda ya kurtulus ve basarina kesin kanaat getirir ve ruhun Allah ile huzur bulur veya mahv ve helak olduguna kani olur, kalbin ümitsizlikle dolar, Allah’tan ümit ve emelin kopar. Dünyadaki müddetinin bittiği, iz ve eserinin silindiği ve senden önce geçip gidenlerin yurduna tasindigin o anda gönlüne son derece keder ve hüzün veya nese ve sevinç hakim olur.
Kabir ve Sorgusu
Gönlünün sevinç ve neseden uçar gibi oldugu veya hüzün ve ibretle dolduğu o anda kendini bir düsün! Kabri ve onun dehsetli manzarasini, oradaki iki meleği ve Rabbine olan imana iliskin sorularini bir tasavvur et! Ya Rabbinden gelen kesin söz (Kelime-i sehadet) ile desteklendiginden sebatli ve kararli veya yardimsiz, saskin ve ürkeksin. O iki meleğin sorgulamak üzere tutup seni oturtmak için çagirdiklari anki seslerini düsün! O daracik mezar çukurunda oturusunu göz önüne getir. Kefenlerin iki yanina düsmüs, gözünün üzerine konulmus pamuklar yerlerinden ayrilip ayaginin yanina kaymistir. Bunlari düsün, sonra da onlarin sekline ve vücutlarinin büyüklüğüne gözünü dikisini bir tahayyül et! Eğer onlari güzel sekilleriyle görürsen, kalbin basari ve kurtulusa erdigini kesin olarak anlar. Eger kötü manzaralariyla görürsen, gönlün mahv ve helakine kanaat getirir. Düsün onlarin nagme ve sorulariyla ses ve sözlerini; sonra da eğer sebat lütfetmisse Allah’in destegini veya seni yalniz basina yardimsiz terketmisse sasirtmasini!
Kabrin Cennet ve Cehenneme Açilmasi
Ya kesin veya saskin ve süpheli cevabini düsün! sani yüce Allah sana sebat ihsan etmisse o iki meleğin sevinçle sana yöneldiklerini, Cehenneme kapi açmak için ayaklariyla kabrin yanlarina vurduklarini bir düsün! Sonra Cehennemin, atesiyle kizisip kaynayisini, o anda meleklerin seninle olan konusmalarini göz önüne getir. Cenab-i Hakk’in seni korudugu bu manzaraya bakip duruyorsun. Bundan dolayi gönlünün nese ve sevinci bir kat daha artar. Acz ve zaafina ragmen nasil bir atesten kurtuldugunu gözlerinle görüp inanirsın.
Sonra o iki meleğin, ayaklariyla kabrinin yanlarina yeniden vurduklarini, mezarinin, ziynet ve nimetleriyle Cennete açilisini ve meleklerin su sözlerini bir tahayyül et: “Ey Allah’in kulu! Cenab-i Hakk’in senin için hazirladiklarina bak! Bu senin makamin ve kavusacak yerindir!” Bu Cennet nimetlerini ve saltanatinin gözaliciligini ve bu müsahede ettigin nimetlerle parlak güzelliklere bir gün kavusacagini görmekten gönlünün sevinç ve nesesini düsün!
Eğer böyle degilsen, bütün bunlarin tersini; azarlanisini, Cenneti görüp de meleklerin sana söyleyecekleri, “Aziz ve Celil olan Allah’in seni mahrum biraktigina bak!”; Cehhenemi görüp de sana yöneltecekleri, “Allah’in senin için hazirladiklarina bak! Bu senin yurdun ve varacak yerindir!” seklindeki sözlerini düsün! Bu ne büyük tehlike!
Bu iki hâlden hangisinin kabirde senin hâlin olacagini ögreninceye kadar, dünyada sana ne büyük gam ve üzüntü vardir! Sonra yokluk ve pesinden de imtihan! Nihayet eklemlerin parçalanacak, kemiklerin mahvolacak, vücudun da çürüyüp dagilacak. Fakat, ölüm meleginin verdigi müjdenin hüzün veya sevinci ruhundan hiç geçmeyecek. Canin, sürekli olarak yeniden dirilis aninda karsilasacagi Allah’in gazab ve azabinin veya O’nun riza ve mükâfatinin bekleyisi içinde bulunacaktir.
Sen bunu bekleyip dururken ruhun Cennetteki makamina veya Cehennemdeki yerine arzedilecektir. Ruhunun hasret ve üzüntüleri ya da nese ve sevinci ne büyük olacak! Nihayet ölülerin bekleme süresi tamamlanacak. Yer ve gök, sakinlerinden bos kalacak. Hepsi bir zamanlar canli ve hareketliyken sönüp kalacaklar. Artik ne duyulan bir ses, ne de görülen bir kararti vardir. Sadece O En Yüce Cebbar olan Allah Tealâ kalmistir. Tipki azamet ve yüceligiyle tek ve yalniz olarak ezelde oldugu gibi!
KIYAMET VE HASiR
Hz. israfil’in Seslenisi
Sonra ruhun, sen de dahil bütün yaratiklarin Allah’in huzuruna zillet ve küçüklük içerisinde toplanmasi için bir dellalin seslenisiyle ansizin irkilecektir.
Bu sesin kulak ve aklin üzerinde nasıi bir etki yapacagini düsün! En Yüce Sultana arzedilmeye çagirildigini aklinla anlarsin. Bu sesten dolayi yüreğin yerinden firlamis ve saçlarin agarmistir. Çünkü bu bir tek çigliktir ve celal ve ikram, azamet ve kibriya sahibi Allah’in huzuruna toplanmaya çagirmaktadir. Sen bu sesten dolayi ürperti içindeyken ansizin basucundan topragin yarilisini duyarsın. Mezarinin topraginla tepeden tirnaga tozlar içinde siçrayip ayaklarin üzerine kalkarsin. Gözlerin sesin geldigi tarafa dikilmistir. Seninle birlikte bütün yaratiklar, içerisinde uzun süre bela ve imtihan gördükleri yerin toz ve topragina bulanmis olarak öyle bir kalkisla kalkarlar ki!.. Sen ve onlarin hep birlikte korku ve dehsetle ayaklanisinizi bir düsün!
Mahsere Sevk
Mahlukatin kalabaligi çerisinde korku, üzü ntü, gam ve kederinle yalniz basina çiplaklik ve zilletini göz önüne getir! Herkes çiplak, yalinayak, suskun; zillet, meskenet, korku ve dehset içindedir. Onlarin ayak seslerinden ve israfil’in çagrisinin yankisindan baska bir sey duyamazsin. Senin de içinde bulunduğun mahlukat ona doğru yönelmis ve sesin geldiği tarafa yürümektedirler. Heybet ve zillet içerisinde kosmaktasin. Mahser yerine vardiginda, çiplak ve yalinayak cin ve insanlardan bütün ümmetler kalabaliklasir.
Yeryüzü hükümdarlarindan saltanatlari çekilip alinmis, kendilerini zillet ve küçüklük bürümüstür. Dünyada Allah’ın kullarina karsi isledikleri zulüm ve zorbaliktan sonra artik yaradilis ve deger bakimindan mahser ehlinin en asagilik ve en küçükleridir.
Sonra yaratiklardan ürküp yalniz baslarina yasarlarken vahsi hayvanlar, tâbi tutulduklari bir imtihan veya isledikleri bir günahtan dolayi degil; sadece Kiyamet gününün verdigi zilletten baslari önlerine egik olarak çöllerden ve daglarin tepelerinden yönelip gelirler. siddet, cüret ve kudretlerine ragmen yirtici hayvanlarin bile o büyük günde, Kiyamet ve Allah’in huzuruna arz ani için boyunlarini bükmüi olarak ve zillet içerisinde geliilerini düiün! Nihayet o vahsiler, yaratiklarin arkasindan gelip Cebbar ve gerçek Melik olan Allah’in huzurunda, zillet, meskenet ve inkisar içerisinde dururlar.
seytanlar da azginlik, isyan ve inatlarindan sonra Yüce Allah’in huzuruna arzedilmenin zilletiyle boyun egmis olarak gelirler. Uzun bir imtihandan sonra, yaratilis ve tabiatlari farkli farkli oldugu ve birbirlerinden ürküp kaçtiklari hâlde hepsini bir arada toplayan Allah’in sani ne yücedir! Yeniden dirilis hepsine boyun egdirmis ve mahsere sevk, onlari ayni yerde toplamiştir.
Göklerin Yarilmasi
insan, cin, seytan, vahsi ve yirtici hayvanlar, davar ve sigir gibi evcil hayvanlar ve hasereleriyle bütün yeryüzü ahalisinin sayisi tamamlanip arz ve hesab duraginda hepsi yerlerini alinca, üstlerinden gögün yildizlari saçilir, günes ve ayin isigi giderilir, kandil ve nurunun sönmesiyle yeryüzü karanliga bürünür.
Senin de içinde bulunduğun yaratiklar bu vaziyetteyken, üstlerinden dünya semasi çatirdamaya ve onca büyüklügüyle tepelerinde dönmeye baslar. Sen de bu tehlikeli manzarayi gözlerinle izlersin. Sonra dünya semasi besyüz senelik kalinligina ragmen yarilir. Onun parçalanisi senin kulağinda ne korkunç bir ses yapar! Sonra Kiyamet gününün azamet ve dehsetinden yirtilip paramparça olur. Parçalanip yarilan gökleri kusatan melekler, o göklerin etrafinda ayakta dururlar. Onca büyüklüğüyle gögün parçalanis dehsetini ne zannediyorsun? Rabbi, onu Kiyametin dehsetiyle eritip içine sarilik karisan eriyik gümüs hâline getirir. Tipki Celîl ve büyük olan Allah’in buyurduğu gibi: “Gök yarilip da, kizarmis yag renginde gül gibi” olur (Rahman Sûresi: 37) veya: “O gün gökyüzü erimis maden gibi olur. Daglar da atilmid yüne döner.” (Mearic Sûresi: 8-9).
(Müfessirler derler ki: Âyette geçen “el-Mühl” içine sarilik karismis eriyik gümüstür. “el-Ihn” ise, atilmis renkli yündür. “Verdeten keddihan” ifadesi ise, kirmizi atin rengi demektir.)
Meleklerin inisi
Dünya semasinin melekleri o semanin kenarlarinda iken, birden bire Cenab-i Hakk’a arz ve hesap için yeryüzündeki mahser yerine inerler. O melekler, muazzam büyüklükleri, Allah katindaki değerleri ve kendisine sunulmak ve huzurunda hesaba çekilmek üzere kendilerini zillet ve meskenetle toplu hâlde indiren Yüce Sultan’i takdis ile yükselen sesleriyle gögün iki tarafindan yeryüzüne dogru hizla inerler. Muazzam kiymetleri, dev cisimleri, dehsetli sesleri ve siddetli korkulariyla, Aziz ve Celil olan Allah’a arzedilmenin zilletinden boyunlari bükük bir biçimde bulutlarin arasindan inislerini bir tahayyül et!
Nitekim Yahya bin Ğaylan el-Eslemî bana demistir ki: “Rusdeyn bin Said’in, Ebü’s-Semh’ten, onun da Ebû Kabîl’den onun da Abdullah bin Amr bin el-Âs’tan naklettigine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) söyle buyurmustur: “Allah’in bir melegi vardir. iki göz pinarlari ile göz kuyrugu arasi yüz senelik yürüyüs mesafesi kadardir.” Yine Yahya bin Ğaylan el-Eslemî bana demistir ki: “Rusdeyn bin Said, ibn Abbas bin Meymun el-Lahmî, onun da Ebû Kabîl, onun da Abdullah bin Amr bin el-Âs’tan naklettigine göre Hz. Peygamber (s.a.v.) söyle buyurmustur: “Allah’in bir melegi vardir. iki kasinin arasi yüz sene kadardir.”
inen meleklerin kendileri için geldiklerini düsünen mahlukat onlara söyle sorduklarinda senin de korkun ne yaman olur: “Rabbimiz aranizda mi?” Melekler onlarin bu sorusundan ve Sultanlarini (Allah) aralarinda bulunmaktan tenzih ederek ürperirler ve yeryüzü ahalisinin bu düsüncelerinden Allah’i tenzih için yüksek sesle söyle nida ederler: “Hasa! Rabbimizi tenzih ederiz. O aramizda degildir. O gelecektir.” Nihayet, o günün verdigi eziklikten dolayi baslari önlerine egik bir vaziyette, mahlukati kusatarak saflar hâlinde yerlerini alirlar. Onca azametli yaratilislari içerisinde kanatlarina bürünmüs, Rablerine zillet, mahviyet ve saygi ile baslarini önlerine egmis vaziyetteki hâllerini düsün! Sonra her sey ayni biçimde ve yedinci kat semaya varincaya kadar bütün gök halki sayilan ve büyüklükleri katlanarak iner. Her bir gögün ahalisi yaratiklarin etrafinda ayri bir saf tutar.
Mahserin Hararet ve Sikintisi
Nihayet bütün yedi gök ve yedi yer ahalisi mahserdeki yerlerini tam olarak alinca günese on yillik hararet giydirilir ve yaratiklarin tepelerine bir veya iki yay kadar yaklastirilir. Rabbû’l-Alemînîn arsinin gölgesinden baska hiç kimsenin gölgesi bulunmaz. Arsin gölgesinde serinlenenler ve günesin hararetiyle kavrulanlar vardir. Günes, altindakileri hararetiyle kizdirir. Hararetten onlarin keder ve endiseleri siddetlenir. Sonra ümmetler dalgalanmaya ve itisip kakismaya baslar. Birbirlerini sikistirir ve ayaklari gider gelir.
Susuzluktan boyunlari kopacak gibi olur. Günesin sicakligi, mahlukatin nefesleri ve izdihamin verdigi hararet birbirine eklenir. Bunun üzerine onlardan öyle bir ter akar ki, yeryüzüne yayilir. Sonra da amellerinin derecesine ve Allah katindaki saadet ve sekavet durumlarina göre vücudlarini kaplar. Öyle ki ter, bazilarinin topuklarina, bazilarinin göbegine, bazilarinin kulak memelerine kadar yükselir. Bazilari da neredeyse teri içerisinde kaybolacak hâle gelir. Ter kimisinin göbegine kadar çikar.
Umeyr bin Said der ki: “Ben ibn Amr ve Ebû Said el-Hudrî’nin yaninda oturuyordum. Cuma günüydü. Birisi ötekine dedi ki: “Ben Resûlullah (s.a.v.)’i söyle buyururken dinledim: ‘Kiyamet günü ter insanoglunun neresine kadar varir?’ Orada bulunanlandan birisi: ‘Kulak memelerine kadar’ bir digeri: ‘Agzina kadar’ dedi. ibn Ömer (r.a.): (Kulak memesinden agiza dogru eliyle bir hat çizerek) ikisinin de esit olduğunu görüyorum” dedi.
Hayseme, Abdullah’in söyle dediğini bildirdi: “Kiyamet günü yeryüzünün hepsi âdeta ates kesilir. Ötesinde ise Cennet bulunur. insanlar, onun hurilerini ve kadehlerini görürler. Abdullah’in cani, kudretinin elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, kendisine hesap dokunmadigi hâlde bir kisi o kadar ter döker ki, döktügü ter kendi boyunca yeryüzüne yayilir. Sonra bu ter burnuna kadar yükselir.” Abdullah’a sordular: “Bu neden ileri gelir ya Eba Ab-durrahman?” Abdullah: “insanlarin çektigi sikintiyi görmesinden” cevabini verdi.
ibn Ömer (r.a.)’den, Resûlullah (s.a.v.)’in söyle buyurdugu nakledildi: “Kişi (bir defa da ‘kâfir’ dedi) Kiyamet günü, durusmanin uzunlugundan dolayi kulaklarinin ortasina kadar ter sizintisinin denizi içerisinde ayakta dikilir.” Yine Hz. Peygamber (s.a.v.)’den naklen Abdullah’in söyle dedigi rivayet edilmistir: “O günün uzunca bekleyisinden, Kiyamet günü ter, kâfiri agzinin hizasindan gemleyecek derecede kaplar (Ali, beklemenin uzamasindan’ dedi.) Öyle ki, ‘Ya Rabbi! ateşe göndermek bile olsa beni rahatlat’ diye yalvarir.”
Hiç şüphesiz sen de onlardan birisin. Kederinle basbasa kalmis, ter kaplamis ve gam bürümüs, siddetli ter, korku ve ürküntüden nefesin daralip bunalmis bir hâlde kendini düsün! insanlar da seninle birlikte saadet veya mutsuzluk yurduna gönderecek hükmün verilmesini beklerler.
Herkes Caninin Derdine Düser
Nihayet, senin ve diger yaratiklarin mesakkati doruga ulasir. Konusmadan ve islerine bakilmadan uzun uzun beklerler. Üç yüz sene hiç konusmadan, bir lokma yemek yemeden, bir yudum su içmeden, yüzlerine bir tek hos esinti ve serin meltem değmeden, bu bekleyis ve ayakta dikilisten dogan çekilmez ve katlanilmaz derecedeki yorgunlugu giderici bir an bile istirahat etmeden beklemelerini ne zannedersin?
Katade veya Ka’b’den rivayet edilmistir ki: “O gün insanlar, âlemlerin Rabbinin huzurunda duracaklar” (el-Mutaffifîn Sûresi: 6) âyetini okudu ve su açiklamayi yapti: ‘Üç yüz sene kadar duracaklar.” Yine o, Hasan-i Basrî’den söyle duyduğunu söyledi: “Uzunlugu elli bin sene olan bir zaman, ayaklarinin üzerinde Azîz ve Celîl olan Allah’in huzurunda ayakta dikilen insanlarin hâlini ne zannedersin?! Onlar orada ne bir sey yemisler ve ne de bir sey içmislerdir. Öyle ki susuzluktan boyunlari incelmis. Açliktan içleri yanmis. Bu onlari atese sevk etmis de sicagi yaklasmis ve esintisi siddetlenmis, yaklasan kizgin bir pinardan sulanmislardir.
Peygamberlere Müracaat
Onlarin mesakkat ve bitkinligi takat getiremeyecekleri bir dereceye varinca, onlar, Mevlâ’nin yaninda degerli olan ve kendilerine o hâl ve durumlarinda rahat etmeleri için sefaat edecek kimseleri aramak üzere birbirleriyle konusurlar. Bu durumdan kurtulup Cennete veya Cehenneme sevkedilmelerini isterler.
Önce Âdem ve Nuh’a, sonra ibrahim’e, ibrahim’den sonra da Musa ve isa’ya basvurup yardim isterler. Hepsi de onlara söyle derler: “Rabbimiz bugün öyle bir gazaba gelmistir ki, böylesine ne bugünden önce gazaplanmis, ne de bundan sonra bu kadar gazaplanir.” Hepsi de bu sekilde kudret ve celal sahibi Rablerinin gazabinin siddetini ifade eder ve kendi kendileriyle mesgul olduklarini söyle dile getirirler: “Nefsî, nefsî! (kendi canim, kendi canim!)” Bizzat kendi canlarinin derdiyle mesguliyet, kendi dertleri ve kurtulus kaygilari onlari sefaat için Rablerine basvurmaktan alikoyar. Aziz ve Celil olan Allah söyle buyuruyor: “O gün herkes gelip kendi canini kurtarmak için ugrasir...” (Nahl Sûresi: 111) Yaratiklardan hiçbirini düsünmez.
Yaratiklar topluca çagrisirlarken, herbiri caninin derdine düsüs “Nefsî nefsî!” diye bagirirken seslerini bir tahayyül et! “Nefsî, nefsî” sözünden baska bir sey duyamazsin. O gün ne korkunç bir gündür! Sen de onlarla birlikte sadece kendini düsündügünü ve Rabbinin azab ve cezasindan kurtulmaya çalistigini haykirirsin.
Allah katindaki degerlerine ve yüksek makamlarina ragmen Âdem Safiyullah, ibrahim Halilullah, Musa Kelimullah, isa Ruhullah ve Kelimetullah’tan herbirinin Rabbinin siddetli gazabindan korkarak: “Nefsî nefsî!” diye seslendigi bir günü ne zannedersin?! O günkü korkun, telasin, üzüntün ve endisenle kendini onlarla mukayese edebilirmisin?
Büyük sefaat
Nihayet, mahlukat onlarin kendi canlarinin derdine düstügünü görerek sefaatlerinden ümit kesince Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gelirler. Rableri nezdinde sefaat etmesini dilerler. O da kendilerine bu konuda müsbet cevap verir. Sonra Aziz ve Celil olan Rabbinin huzuruna çikarak izin ister. Kendisine izin verilir. Sonra Rabbi için secdeye kapanir. Sonra O’na layik sekilde hamd ve senalar eder. Bütün bunlar senin ve tüm mahlukatin duyacagi sekilde cereyan eder. Nihayet Rabbi, onlarin biran evvel huzura arzedilmesi ve islerine bakilmasi konusundaki dilegini kabul eder.
En Büyük Mahkeme
Sen, diger yaratiklarla birlikte Kiyametin karanlik ve siddetli sikintisi içerisinde karar faslini ve nimet veya hüzün yurduna girmeyi bekleyip gözlerken birden bire Arsin nuru yükselir. Yeryüzü Rabbinin nuruyla parlar. Kalbin Cebbar olan Allah’in hükmetmeye baslayacagina kesin olarak inanir. Ona arzedilme siran gelmistir. Öyle ki senden baska kimsenin arzedilmedigini ve senden baska kimsenin isine bakilmadigini sanirsin.
Hamîd bin Hilal’in söyle dedigi bildirilmistir: “Bize anlatildi ki: Kiyamet günü bir kisi Hesab’a çagrilarak: ‘Ey falan oglu falan hesaba gel!’ denilir. Hatta o zanneder ki, ‘hesaba getirilenlerden benden baskasi kast edilmiyor.’
Cehennemin Kükreyisi
Sonra Yüce Allah: ‘Ey Cebrail, bana Cehennemi getir!’ buyurur. Cebrail yanina varip, ‘Ey Cehennem, gel!’ dedigi zaman Cehennemi bir düsün! Allah’in baska bir varlik yaratip da kendisini onunla azaplandiracagi korkusuyla isti-rabini ve titremesini bir tahayyül et! Çalkalanip costugu ve parlayip yaratiklara uzak yerinden baktigi ve onlara dogru iç çekip kükredigi ani bir düsün! Allah’in emrine muhalefet edip asi olanlara karsi Rabbinin gazabindan dolayi gazablanarak mahlukatin üzerine hücum ederken bekçilerini sürükleyisini düsün! iç çekis ve kükreyis sesini, dalgalar hâlinde birbiri arkasindan gelen o homurtulari düsün! Kulagin o ugultularla dolmudtur. Korku ve heybetten yüregin ağızina varmis ve uçacak hâle gelmistir. Yaratiklar onun kendilerine dogru kükreyisinden siddetle kaçarlar.
iste o gün, çagrisma ve karsilikli feryat günüdür. Cehennem sesinin yankilarini duyunca arkalarini dönüp kaçarlar ve birbiri arkasina, Cehennemin etrafina, dizüstü çökmüs vaziyette dökülürler ve gözlerinden yaslar bosanir.
Zalimlerin Feryadi
Cehennemin iç çekis ve kükreyisi esnasinda mahlukatin birbirine karisan aglama sesini bir düsün! Zalimler feryat ve figan ederek yok olup gitmeyi dilerler. Her bir seçkin, siddik, sehid, kisaca bütün halk: “Nefsî, nefsî!” diye bagirir. Düsün bir kere: Mahlukatin peygamberlere çagiran seslerini! Onlardan her kul: “Nefsî, nefsî!” diye seslenir. Sen de ayni seyi söylersin. Sen de mahlukatla birlikte siddetli tehlikeler ve yürek ürperten korkular içerisindeyken, bir de bakarsın ki Cehennem ikinci bir kez haykirmistir.
Senin ve onlarin korku ve endisesi bir kat daha artar. Arkasindan üçüncü bir kez kükrer. Yaratiklar pespese yüzüstü dökülürler. Gözleri belerir ve atesin kendilerini kapip götürme korkusuyla göz ucuyla gizli gizli bakarlar. O zaman zalimlerin yürekleri hoplar ve girtlaklarina dayanir da yutkundukça yutkunurlar. Yutkunuslari bogazlarinda dügümlenir. Akilar uçar, iyi ve kötü bütün insanlarin akillari sasar. Hiçbir peygamber ve seçkin hiçbir salih kul kalmaz ki bundan dolayi akli sasmasin.
Peygamberlerin Korkusu
O anda Aziz ve Celil olan Allah, yolunun davetçileri ve kullarina karsi delilleri olduklari için mahlukatin en degerlileri ve kendisine en yakinlari olan peygamberlere yönelerek, kendilerini kullarina ne ile gönderdiğini ve kullarinin kendilerine ne cevap verdiğini sorarak buyurur: “Size ne cevap verildi?” Onlar da düsünüp hatirlayan degil sasirip unutan akillariyla: “Hiçbir bilgimiz yok. süphesiz ki gaybleri bilen yalniz sensin!” (Maide Sûresi: 109)
Bu ne büyük korku ki, Allah’a olan yakinliklari ve katindaki değerlerine rağmen peygamberlerde öyle bir noktaya varmis ki akillarini sasirtmis da, ümmetlerinin kendilerine ne cevap verdigini dahi bilemez hâle getirmistir!
Ebü’l-Hasan ed-Dimeskî’nin söyle dedigi rivayet edilmistir: “Ebû Kurre el-Ezdî’ye dedim ki: ‘insanlarin kalbi Kiyamet gününün dehsetli hâllerine nasil dayanir?” Dedi ki: “Onlar yeniden diriltildiğinde buna güç yetirecek bir yapida yaratilirlar.” Ebü’l-Hasan dedi ki: “ishak bin Halef’e Yüce Allah’in peygamberlerine söyledigi: ‘Size ne cevap verildi? (sorusuna) onlarin: Bilmiyoruz’ (Maide: 109) sözünü sordum ve onlar dünyada kendilerine ne cevap verildigini bilmiyorlar mi?’ dedim. Dedi ki: “Kendilerine bu soru yöneltildiğinde duyduklari heybetin büyüklüğünden akillari sasar ve dünyada kendilerine ne cevap verildiğini bilemezler. Dolayisiyla doğru söylüyorlar. Nihayet kendilerine gelirler ve dünyada kendilerine nasil cevap verildigini hatirlarlar.”
Ebû’l-Hasan “Bu cevabı Ebû Süleyman’a naklettim. O: ‘ishak dogru söylemis. Peygamberler o andaki sözlerinde dogrudurlar. Nihayet kendilerine gelince, kendilerine ne cevap verildigini hatirlarlar.” dedi. Ebû Süleyman dedi ki: “Birinin, arkadasina: ‘Benimle senin aranda Sirat vardir’ dediğini duydugunda bil ki o Sirati tanimiyor. Eger tanisaydi, Siratta bir kimseye takilmayi veya birinin kendisine takilmasini istemezdi.”
Kiyametin Manzarasi ve Tekvîr Sûresi
“Allah’in, peygamberleri toplayip da: ‘Size ne cevap verildi?’ dediği gün...” (Maide: 109) âyeti hakkinda Mücahid’in söyle dedigi nakledildi: “Onlar korkarlar ve: ‘Bizim hiçbir bilgimiz yok’ derler.” Yine “O gün her ümmeti diz çökmüs görürsün” (Casiye: 28) ayeti hakkinda söyle dedigi bildirildi: “Yani, diz üstü sürünerek...” Mücahid devamla sunları söyledi: “Abdullah’in söyle dedigini duydum: ‘Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: “Sizi mahserde Cehennemin korkusundan diz çökmüs olarak görür gibiyim.” Yine Mücahid dedi ki: “Abdullah bin Ömer (r.a.)’in söyle dedigini isittim: ‘Hz. Peygamber (s.a.v.) söyle buyurdu: ‘Kıiyamet gününün manzarasina bakmak isteyen, “Günes katlanıp dürüldüğünde...” (Tekvîr Suresi: 1) suresini okusun.” Amr bin Zerr’in şöyle dediği bildirildi: “Sabahleyin hayir aramak üzere çikan kisi, hayir bulur. Gözlerinizin yasarmamasini ve kalblerinizin katiligini bana mi yüklüyorsunuz? Eğer bugün size Allah’ın Kitabindan bir ögüt dinletmezsem, o zaman suçu bana yükleyin.” Sonra şu âyet-i kerîmeleri okudu: “Günes katlanip dürüldügünde, yildizlar (kararip) döküldügünde, daglar (sallanip) yürütüldügünde...” (Tekvîr Sûresi: 1-3) tâ “...Kisi neler getirdigini anlamis olacaktir” (Tekvîr Sûresi: 14) ayetine veya surenin sonuna varincaya kadar... Sonra söyle devam etti: Beni dinleyiniz! O bekleyiste onlar arasinda senin hâlin ne olacak?! Onlarin maruz kaldigi korku ve dehsete; hatta kalbin güç yetiremeyecek, vücudun kaldiramayacak kadar büyügüne senin de maruz kalacagini biliyor musun? iste görüyorsun, o durakta peygamberlerin bile akillari sasmis. Sen ise, âsi, günahkâr ve Rabbinin hoslanmadigi islere devam edip dururken aklin ne hâle gelir ve hâlin nice olur?
En Yakin Akrabalar Bile Birbirinden Kaçar
O korku, dehset, titreme, yalnizlik ve saskinliktan dolayi evlat, baba, kardes, es ve akrabalarin senden kaçtiklari, senin de hepsinden kaçtigin o ani düsün! Nasil da birbirinizi yüz üstü ve yardimsiz birakirsiniz! Eger o günün büyük korkusu olmasaydi, annenden, babandan, esinden, çocuklarindan ve kardesinden kaçman mertlik ve vefakârlik sayilmazdi. Fakat tehlike büyüktür, korku siddetlidir. Bu yüzden ne sen onlardan kaçtigindan dolayi kinanirsin ne de onlar kinanirlar.
Neden diğer insanlardan değil de özellikle bunlardan kaçıyorsun? Onlara kızdığından dolayı mı? Nasıl onlara kızarsın veya onlar sana kızarlar ki? Öyleyse neden özellikle onlardan kaçıyorsun? Kızdığından mı? Oysa onlar, dünyada iken candaşların, gözünün nurları ve gönlünün sürurlarıydılar. Fakat onlardan birinin sende bir hakkı bulunup da yakana yapışarak Aziz ve Celil olan Rabbinin huzurunda seninle hesaplaşmasından korkarsın. Sonra belki de davayı kazanır da, kurtuluş ümidin olan iyiliklerinden kendisine verilir. Böylece sevaplarından ayrılır ve bu yüzden de Cehenneme girersin.
Cehennemden Bir Boyun Uzanir
Sen bu hâlde iken, birden Cehennemden bir boyun çikip yükselir ve açik bir dil ile, yaratiklar içerisinden hesapsiz olarak yakalamakla görevlendirildiği kimseleri haykirir. Sonra bu boyun yönelip gelir ve kusun yem tanelerini topladigi gibi onlari toplar, üzerlerine kapanarak atese atar ve ates de onlari yutar. Sonra onlarla birlikte Cehennemin içinde gizlenir.
iste onlara bu yapilacak. Sonra bir münadî söyle seslenir: “Mahser ahalisi, kimin ikrama layik oldugunu görecektir. Her hâl ve durumda Allah’a hamdedenler ayaga kalksin!” Onlar ayaga kalkarak Cennete dogru segirtirler.
Hesapsiz Cennete Girenler
Sonra geceleyin kalkip ibadet edenlere de ayni sey yapilir. Sonra, dünyanin ticaret ve alisverisi kendilerini Mevla’yi anmaktan alikoymayanlara da böyle yapilir. Nihayet Cennetlik ve Cehennemliklerden bu gruplar (hesapsiz olarak) girecekleri yere girdikten sonra, amel sahifeleri uçusur, insanlarin sag veya sol ellerine düser ve mizanlar kurulur. Onca büyüklügüyle kurulmus mizani düsün! Kalbin ürperti içerisinde defterinin sagina mi yoksa soluna mi, düsecegini beklerken, defterlerin uçusmasini bir tasavvur et!
Üç Yerde Kimse Kimseyi Hatirlamaz
Hasan-i Basrî’nin söyle dedigi rivayet edilmistir: “Hz. Peygamber (s.a.v.)’in basi Hz. Aise (r.a.)’nin kucagindaydi. Derken uykuya daldi. Hz. Aise (r.a.) Âhireti hatirlayarak agladi. Gözünden akan yaslar Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mübarek yanaklari üzerine damladi. Resûlullah (s.a.v.) bu gözyaslariyla uyandi. Basini kaldirdi ve: (‘Niye agliyorsun, ey Aise?’) diye sordu. Hz. Aise: (‘Ey Allah’in Resulü, Âhireti hatirladim da... Acaba Kiyamet günü yakinlarinizi hatirlar misiniz?’) dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) söyle buyurdu: ‘Canim kudretinin elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, su üç yerde kisi kendisinden baska hiç kimseyi hatirlamaz: Teraziler kurulup insanlarin amelleri tartildigi zaman iyilik kefesinin hafif mi, yoksa agir mi geldigini öğgreninceye kadar. Amel sahifeleri dagitildigi zaman, sag elinden mi, yoksa sol elinden mi verildiğini bilinceye kadar. Bir de Sirat yaninda.”
Enes bin Malik’ten rivayet edilmistir: “Kiyamet günü insanoğlu getirilip mizanın iki kefesi arasında durdurulur ve bir melek kendisi için görevlendirilir. Eğer terazisinin sevap kefesi agir basarsa, görevli melek bütün mahlukatin duyacagi bir sesle söyle seslenir: (‘Falan oğlu falan bir daha ebediyen mutsuz olmayacagi bir saadete ermistir!’)
Eğer, terazisinin sevap kefesi hafif gelirse, bu defa de aynı melek, bütün mahlukatın isiteceği bir sesle şöyle seslenir: (‘Falan oglu falan, bir daha hiç mutlu olmayacak bir sekavete ugramistir!’) iste sen yaratiklarla birlikte ayakta dikilirken birden bire meleğe bakarsin ki, ona zebanileri getirmesi emredilmistir. Hemen ellerinde demir tokmaklar ve üzerlerinde atesten elbiselerle gelirler. Sen onlari görünce korkarsin, dehset ve heybetten yüregin uçacak gibi olur.
Adin Okunur
Sen bu hâlde iken, birden bire yüksek sesle adın okunur. Gelmiş geçmiş bütün mahlukatın huzurunda isminle şöyle çağırılırsın:
“Nerede falan oğlu falan?! Aziz ve Celil olan Allah’a takdim edilmeye gel!” Zaten melekler seni almak için görevlendirilmiş. Nihayet seni Rabbine yaklaştırırlar. Söz konusu çağrıyla istenenin sen olduğunu bildikleri için isim benzerliğinin bulunması kendilerini şaşırtmaz.
Talha bin Amr bize haber verdi ki: Bana İbn Ebî Rabah şöyle dedi: Ey Talha! Senin ismin ve benim ismim gibi kim bilir ne kadar çok isim vardır?! Kıyamet günü: “Ey falan!” dendiğinde hemen kastedilen kişi kalkar. Başkası kalkmaz. Çünkü kalbine sen olduğuna dair bilgi doğmuştur. Hemen ayağa fırlarsın. Bütün vücudun titrer. Organların çırpınır. Rengin uçar. Korkan, ürken ve titreyen yüreğin göğsüne küt küt vurur. Seni almakla görevli melekleri görünce, seni müthiş bir ıstırap, titreme ve korku tutar. Kullar içerisinde çağrılanın senden başkası olmadığını çok iyi bilirsin. Melekler ellerini sana uzatır, seni kıskıvrak yakalarlar. Sonra uysal hayvanların çekilmesi gibi seni çeker götürürler. Aziz ve Celil olan Allah’a arzedilmek ve O’nun huzurunda durup dikilmek üzere sürükleyerek safların arasından geçirirler. Sen aralarından Rabbine doğru çekilip götürülürken bütün yaratıklar, gözlerini sana dikmişlerdir.
Ulu Divan
Kalbin titreyerek, ıstırap ve ürpertiyle huzurda durduğun anı bir düşün! Seni yakaladıkları zaman elleriyle pazularını tutuşlarını ve o anda avuçlarının sertliğini bir düşün! Elleriyle kıskıvrak yakalanışını ve safların arasından geçirilişini bir düşün! Kalbin uçar, gönlün yerinden fırlar gibidir. Yine ellerinde bulunuşunu, bu şekilde seni Rahman olan Allah’ın arşına kadar götürerek, ellerinden fırlatışlarını ve Allah’ın ulu kelamiyle seni çağırmasını bir düşün! “Ey Âdem oğlu, yaklaş bana!” Nurunun içine kaybolmuşsun. Çırpınan, hüzünlü, ürperen ve korku dolu bir gönül; endişeli, korkulu ve kırık bir göz; uçmuş bir renk ve titreyen mustarib organlarla tıpkı annesinin yeni doğurduğu küçük yavru gibi, Aziz, Celil, Kebîr ve Kerîm olan Rabbinin huzurunda durursun.
Amel Sayfası
Elinde, işlediğin hiçbir günahı ve gizlediğin hiçbir sırrı bırakmayıp hepsini içeren yazılı bir sayfa titremektedir. Sen içindekileri yorgun bir dil, geçersiz bir delil ve kırık bir gönül ile okursun. Hâlâ sana ihsanda bulunan ve kusurlarını örtmeye devam eden Mevlâ’dan utanç ve korkun acaba ne derecededir?!
İşlediğin çirkin fiillerinden ve büyük günahlarından seni sorguya çektiği zaman ne dille cevap verirsin? Yarın O’nun huzurunda hangi ayakla durursun? Hangi gözle O’na bakarsın? Hangi yürekle O’nun ulu ve yüce sözlerine, sorgulama ve azarlamasına dayanabilirsin? Küçücük vücudunla, titreyen organlarınla ve çarpıntılı yüreğinle kendini bir tahayyül et! Günahlarını hatırlatıp kötülüklerini ortaya döken ve seni durdurup gizlediklerini bir bir itiraf ettiren kelamını işitmektesin. Bu hâldeki durumunu ve binbir tehlikenin seni çepeçevre sarışını bir tasavvur et! Kim bilir kaç günahı unutmuşsundur ki Allah onları sana hatırlatmıştır!
Sakladığın kaç gizli sır vardır ki, Allah hepsini açıklayıp ortaya dökmüştür. Kim bilir nefsin isteklerine olan meylin ve gafletin sebebiyle- ihlaslı yaptığını ve ifsad edici arızalardan uzak olduğunu zannettiğin nice amelin vardır ki, Allah hepsini geri çevirmiş ve boşa çıkarmıştır.
Son Pişmanlık
Oysa bunlara büyük bir ümit bağlamıştın. Rabbine itaat konusunda gösterdiğin ihmalden dolayı kalbinin ne büyük üzüntü ve pişmanlıkları olur! Nihayet her günahı anmak ve her gizliyi ortaya dökmek sûretiyle, Allah seni tekrar tekrar sorguya çektiği zaman sıkıntı seni oldukça yorar ve utancın doruk noktaya ulaşır. Çünkü karşındaki en Yüce Sultandır. O’ndan utanıldığı kadar hiç kimseden utanılmaz. Çünkü O, benzeri olmayan Bakî, Evvel ve Kadîm’dir. İhsan sahibidir. Şefkatlidir. Merhametlidir. Kerîmdir. Cömertliğine nihayet yoktur. Nimet, fazl ve kerem sahibidir.
İşte bu sıfatları taşıyan bir Zatın seni sorgulamasını ne sanıyorsun?! Emrine olan muhalefetini, gösterdiğin saygısızlık ve hayasızlığı ve Kendisine kafa tutuşunu bütün açıklığıyla ortaya dökmüştür. Dünyada emirlerine karşı gelişini, sana olan nimetlerini önemsemeyişini ve azametini düşünmeyişini sana hatırlatmasını düşünebiliyor musun?
Nitekim şöyle der: “Ey kulum! Neden bana saygı göstermedin?! Neden benden utanmadın?! Sana olan ihsanımı hafife mi aldın? Yoksa sana iyilikte bulunmadım mı? Sana nimet vermedim mi? Benim hakkımda seni aldatan nedir? Gençliğini nerede yıprattın? Ömrünü nerede tükettin? Malını nereden kazandın ve nereye harcadın? İlminle ne derece amel ettin?”
Tercümansız Görüşme
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Hiçbiriniz yoktur ki, âlemlerin Rabbi, arada hiçbir perde ve tercüman bulunmaksızın kendisine soru sormasın.” Adî bin Hatim şöyle demiştir: “Ben Hz. Peygamber (s.a.v.)’in bir konuşmasına şahid oldum. Şöyle buyuruyordu:
“Hiç şüphesiz her biriniz -arada engelleyici hiçbir perde ve meramını ifade edecek hiçbir tercüman bulunmaksızın- Allah’ın huzurunda ayakta dikilicektir. Allah soracak: ‘Sana mal vermedim mi?’ Kul: ‘Evet verdin’ diyecek. Allah: ‘Sana elçi göndermedim mi?’ diye soracak. Kul: “Evet gönderdin’ diyecek. Sonra sağına bakacak Cehennem ateşinden başka bir şey göremeyecek. Soluna bakacak, yine Cehennem ateşinden başka bir şey göremeyecek. Öyleyse, (dünyada sadaka olarak vereceği) bir hurma parçasıyla da olsa ateşten korunsun. Bunu bulamıyorsa, güzel bir sözle bunu yapsın.”
Abdullah bin Mes’ud yeminle sözüne başlayarak şöyle dedi: “Allah’a yemin ederim ki, sizden hiç kimse yoktur ki, birinizin dolunay ile başbaşa kaldığı gibi Rabbiyle başbaşa kalmasın.”
Ey Âdemoğlu Niçin Aldandın?
Sonra Allah ona şöyle buyurur: “Ey Âdemoğlu! Benim hakkımda seni ne aldattı? Ey Âdemoğlu! Bildiğinle ne amel ettin? Ey Âdemoğlu! Peygamberlere ne cevap verdin?” Yine Abdullah bin Mes’ud’dan rivayet edilmiştir ki, o sözüne yeminle başlayarak şöyle dedi: “Vallahi, sizden hiç kimse yoktur ki, birinizin gördüğü dolunay ile başbaşa kaldığı gibi Rabbiyle başbaşa kalmasın. Sonra Allah ona şöyle buyurur: “Ey Âdemoğlu! Benim hakkımda seni ne aldattı? Ey Âdemoğlu! Benim için ne amel işledin? Ey Âdemoğlu! Benden ne kadar haya ettin? Ey Âdemoğlu! Peygamberlere ne cevap verdin? Ey Âdemoğlu! Sana helâl olmayana bakarken Ben gözlerinin üzerinde gözcü değil miydim? Sana helâl olmayan şeyleri dinlerken Ben, kulakların üzerinde kontrolcü değil miydim? Ey Âdemoğlu! Sana helâl olmayan şeyleri söylerken Ben, dilin üzerinde murakıp değil miydim? Sen ellerinle helâl olmayan şeyleri tutarken Ben, onların üzerinde gözcü değil miydim? Ayaklarınla sana helâl olmayan şeylere giderken Ben onların üzerinde gözetleyici değil miydim? Sana helâl olmayan şeylerle kalben ilgilenip dururken Ben, kalbinin üzerinde murakıp değil miydim? Yoksa sana olan yakınlığımı ve sana gücümün yettiğini inkâr mı ettin?”
İki Büyük Olay
Ey Âdemoğlu, sen iki büyük olayla karşı karşıyasın: Ya Allah seni rahmetiyle karşılayacak, cömertlik ve keremiyle ihsanda bulunacak ya da seni inceden inceye hesaba çekecek ve Cehenneme götürülmeni emredecektir ki, ne kötü dönüş yeridir orası! Mücahid’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Kıyamet günü, kul şu dört şeyden sorguya çekilmedikçe Allah’ın huzurundan adımını bile atamaz: Ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne amel işlediğinden, bedenini nerede yıprattığından, malını nereden kazanıp nereye sarfettiğinden.”
Allah sana olan ihsanını, buna karşılık senin ise O’na muhalefet edişini, O’na karşı hayasızlığını tekrar tekrar ifâde ederken, kendinin ve kalbinin hâlini düşünebiliyor musun? O ne büyük duruşmadır! O ne yüce sorgulayıcıdır! Hiçbir şey Kendisine gizli kalmaz. O’na olan itaatındaki ihmal ve O’na karşı isyanından dolayı içini dolduracak üzüntü, keder ve hasret ne büyüktür! Sende gam, keder ve haya doruğa ulaşınca iki durumdan birisi belirir: Ya gazab ya da hoşnutluk ve muhabbet.
Allah diyecek ki: “Ey kulum! Ben bunları dünyada senin için örttüm. Bugün de onları senin için bağışlıyorum. İşte büyük olan günahlarını ve çok olan hatalarını affettim. Az olan iyiliklerini de kabul ettim.” Bundan dolayı gönlünü sevinç ve neşe kaplar. Bundan ötürü yüzün ışıl ışıl parlar. Bunu sana söylediği zaman kendini bir düşün!
Af Müjdesinin Verdiği Sevinç
Üzüntüden, sorgulamanın verdiği, utanma ve sıkılmadan ve yaptığın kötü işlerin sayılması karşısında duyduğun sıkıntıdan sonra yüzünde sevincin nur ve aydınlığı parlamaya başlar. Gönlündeki keder ve hüzün neşeye dönüşür. Yüzün açılır, rengin ağarır. Bizzat Cenab-ı Hak’tan, senden razı oluşunu duyduğun anı bir düşün! Gönlün hoplar, sevinç ve sürurla dolar. Neredeyse neşeden ölür ve mutluluktan uçar gibi olursun. Hakkındır da... Öyle ya! Hangi sevinç, Aziz ve Celil olan Allah’ın rızasından duyulandan daha büyük olabilir? Vallahi, dünyadayken Allah’ın Âhirette senden razı olacağını düşünüp sevincinden ölürsen, bu sana çok görülmez. Her ne kadar Âhiretteki bu hoşnutluk tam kesin değilse de, bunu umman bile böyle bir sevinç için yeterli.
Öyleyse bir de Allah’tan, senden hoşnut olduğunu bizzat işitip, için güvenle dolsa, endişen tamamen dağılsa, ebedî mutluluğa olan ümit ve emelin kesinleşse, sonsuz, kesintisiz, eksilmez ve şüphe götürmez nimetleri elde ettiğine kesin kanaatin gelse, durumun nasıl olur? Bir de bunu düşün!
Aziz ve Celil olan Allah’ın huzurundasın, sana karşı hoşnutluğu belli olmuş. Kalbin sevinçten uçuyor. Yüzün ağarıyor, parlayıp aydınlanıyor, yaradılışı âdeta hâl değiştiriyor ve çehren sanki dolunay gibi oluyor. Sonra sen mahlukatın huzuruna sevinçli bir yüzle çıkıyorsun. Yüzün en mükemmel güzelliğe erişmiş, ışıltısıyla pırıl pırıl bir nur yayılıyor ve sen kitabın sağ elinde, güzellik, nur ve parlaklıkta diğer insanları geçmiş bir durumda iken kendini bir düşün! Kolundan bir melek tutmuş ve herkesin ortasında:
“Bu falan oğlu falan, bir daha asla mutsuz olmayacağı bir saadete ermiştir!” diye seslenir. Rabbin, yaratıkları huzurunda senden hoşnut olduğunu ilan etmiştir. Sana iyi zan besleyenlerin bu zanları gerçekleşmiş, seni itham edenlerin karalamaları boşa çıkmıştır.
İyiliğin Mükâfatı
Mahlukatın içerisinde, yarın elde edeceğin bu derece, dünyada iken yaratıklara yaltakçılık yapmaksızın ve onlar gözünde makam-mevki aramaksızın Rabbinin taatiyle meşgul olmanın tam bir karşılığıdır. Tek olan ve ortağı bulunmayan Allah’a karşı davranışlarındaki sadakat ve Rabbine karşı saygı derecesinin bedelidir. Allah, bütün mahlukatın huzurunda sana bu büyük makamı ihsan etmiş, sana olan hoşnutluk ve dostluğunu ilan etmiştir.
Düşün bir kere! Sen yaratıkların saflarını yara yara yürümektesin. Yüzünün nur ve güzelliği, gönlünün sevinç ve neşesiyle amel defterini sağ elinde tutmaktasın. İnsanların gözleri, Allah katında erdiğin lütufa erme hasreti ve büyük bir imrenişle sana çevrilmiş. Bu makamı elde etmek için Allah’a karşı daha büyük bir ümit ve emelle çalışıp çabala! Çünkü O lütfederse buna erebilirsin. Bu, karşı karşıya bulunduğun iki büyük durumdan birisidir.
Safvan bin Mihrez’in şöyle dediği bildirilmiştir: “Ben Abdullah bin Ömer’in elini tutuyordum. Yanına bir adam gelerek: “Allah’ın kul ile özel konuşması konusunda Hz. Peygamber (s.a.v.)’den ne duydun?” diye sordu. Abdullah şu cevabı verdi: “Hz. Peygamber (s.a.v.)’i şöyle buyururken dinledim: “Kıyamet günü Allah mü’mini Kendisine yaklaştırır. Üzerine himaye örtüsünü koyar, onu insanlardan gizler ve şöyle buyurur: ‘Ey kulum, falan falan günahını biliyor musun?’ Kul: ‘Evet ey Rabbim’ der. Sonra yine: ‘Ey kulum, falan falan günahını da biliyor musun?’ diye sorar. Böylece bütün günahlarını kendisine itiraf ettirir. Kul, içinden helak olduğunu düşünür. O sırada Allah şöyle buyurur: ‘Dünyada bunları senin için örttüm. Bugün de onları senin için bağışladım.’ Sonra da iyilik defteri kendisine verilir.”
Allah’ın Gazab Ettikleri
Kâfir ve münafıklara gelince, hazır bulunan melekler onlar için şöyle derler: “İşte bunlar Rablerine karşı yalan söyleyenlerdir. Bilin ki, Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.” (Hûd Sûresi: 18)
Abdullah bin Ömer Kâbe’yi tavaf ederken bir adam karşısına çıktı ve: “Ey Abdurrahman’ın babası! Allah’ın kul ile yalnız konuşması konusunu Hz. Peygamber (s.a.v.)’den nasıl duydun?” diye sordu. Abdullah yukarıdaki rivayetin benzeriyle cevap verdi. Said der ki: Katade şöyle dedi: “O gün üzülüp de üzüntüsü bir tek yaratığa bile gizli kalan hiç kimse yoktur.”
İbn Mes’ud’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Allah Kıyamet günü mü’min kulunun üzerine himaye perdesini yayar. Elini sırtına uzatıp şöyle buyurur: ‘Ey Âdemoğlu! Şu senin falan falan gün işlediğin iyiliğindir, onu kabul ettim. Şu da senin falan falan gün işlediğin günahındır; onu da bağışladım.’ Bunun üzerine o kul hemen secdeye kapanır. Halk da: ‘Defterinde (veya kitabında) iyilikten başka ameli bulunmayan şu salih kula ne mutlu!’ derler.”
Abdullah bin Hanzala’nın da şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Şüphesiz Allah Kıyamet günü kulunu huzurunda durdurur, amel sahifesindeki kötülüklerini açıklar ve ona: ‘Sen şunu yaptın mı?’ diye sorar. O kul: ‘Evet ey Rabbim,’ der. Bunun üzerine Allah: ‘Bugün onunla seni rüsvay etmeyeceğim. Seni bağışladım’ buyurur. Bunun üzerine o kul, Kıyamet gününün rüsvaylığından kurtulduğu o anda: “Gelin kitabımı okuyun, Şüphesiz ben hesabıma kavuşacağımı umuyordum’ der.”
Başka bir durum da Rabbinin sana şöyle buyurmasıdır: “Kulum, ben sana kızgınım. Lanetim üzerine olsun. İşlediğin büyük günahlarını senin için asla bağışlamayacağım. Yaptığın iyilikleri asla kabul etmeyeceğim. Bunu sana bazı büyük günahlarını gösterip şöyle sorduğu zaman söyler: “Bunları biliyor musun?” Sen: “İzzetine yemin ederim ki, evet!” diye cevap verirsin. Bunun üzerine sana gazap eder ve: “İzzetime yemin ederim ki, onları Benden kurtaramazsın” buyurur. Arkasından zebanileri çağırarak şu emri verir: “Alın şunu!” Ulu sözü, heybet ve celâliyle bunu söylerken Aziz ve Celil olan Allah’ı ne zannediyorsun?
Düşün bir kere, Allah seni affetmezse, sen izzet ve kudret sahibi Allah’tan gazabını işitmiş ve O seni, aşağılatıcı ve kuvvetli pençeleriyle zebanilere havale etmişken, sen ensen ve boynunda onların pençelerinin şiddetli dokunuşundan başka bir şey duymazsın. Sen zebanilerin elinde, yüzün kara olarak Cehenneme götürülürken, helak olduğuna kesin olarak inanmış ve perişan bir vaziyette Cehenneme doğru sürüklenirken kendini bir tahayyül et! Kararmış yüzünle, kitabın sol elinde, yaratıkların arasından feryat ve figan ederek geçip gidiyorsun. Melek de kolundan tutmuş şöyle sesleniyor: “Bu falan oğlu falan öyle bir mutsuzluğa çarptı ki, bundan böyle asla mutluluk yüzü göremeyecektir!” Allah seni gazap ve öfkesiyle teşhir etmiştir. Mahlukatına rezil ve rüsvay olmuşsundur. Senin hakkında iyi düşünenlerin bu düşüncesi boşa çıkmış, hakkında kötü zan besleyenlerin bu zanları gerçekleşmiştir.
Gösterişin Cezası
Belki de Allah sana bunu, dünyada iken Kendi katındaki makam ve dereceni kaybetme pahasına kulları nezdinde makam ve mevki arayarak O’na olan itaat ve ibadetinde yapmacık davranışın yüzünden yapmıştır. Böylece seni, davranışlarında Kendisine tercih ettiğin kimseler yanında rezil etmiştir. Çünkü sen, Allah’ın övgüsü yerine, Allah’a olan ibadet ve taat konusunda o kulların övgüsüne razı olup memnun olmuştun. Bir o durumu düşün bir de bunu! Bu tehlikeyi hatırla! İki durumdan hangisinin seni yücelteceğini ve iki durumdan hangisinin senin için hazırlandığını dikkatle düşün!
Ka’b’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Bir kişinin Cehenneme götürülmesi emredilir edilmez, yüz bin melek üzerine birden hücum eder.” Ebû Abdullah dedi ki: “Bana şöyle bir bilgi ulaştı: Kul Allah’ın huzurunda durdurulup da beklemesi uzayınca melekler şöyle derler: “Allah’ın lanetine uğrayası kul! Aziz ve Celil olan Allah’a bu kadar çok mu karşı geldin? Oysa dünyada güzel bir dış görünüş sergiliyordun.” Ebû Abdullah sözlerine devamla şöyle dedi: “Kim ki Allah’ın sevmediği işlerle kendini insanlara sevdirmeye çalışır ve Allah’ın hoşlanmadığı şeylerle O’na kafa tutarsa, o kimse izzet ve celâl sahibi Allah’a, kendisine hiddet ve gazab etmiş olarak kavuşur.”
Sıratın Mahiyeti
Bütün incelik ve kayganlığıyla Cehennemin üzerine uzatılmış ve altında da Cehennem, dalgalarıyla çırpınıp dururken gözünü kaldırıp Sırat köprüsüne baktığında yüreğine dolacak korkuyu bir düşün! Bu ne müthiş ve korkunç manzara! Üzerinden geçeceğini kesin olarak biliyor, altındaki Cehennemin karanlığına bakıyorsun. Ateş dalgalarının hışırtısını ve ta derinden kabarışının gürültüsünü işitiyorsun. Melekler sesleniyor: “Rabbimiz, bunun üzerinden kimi geçirmek istiyorsun?” Yine sesleniyorlar: “Rabbimiz, Rabbimiz! Sen kurtar! Sen kurtar!” Onca korkunç manzarasıyla ona bakıp dururken birden şöyle seslenilir: “Çıkın köprüye!” Birden bire senin ve mahlukatın ayağı altından değişmek üzere toprağın yükselişini hissedersin. Sonra yer, başka bir yere dönüşür. Bütün mahlukat âdeta bembeyaz gümüşten bir zemin üzerinde yayılmışlardır.
Sonra sen bütün dehşetiyle köprüye bakarken sana ve seninle birlikte herkese şöyle denilir: “Çıkın köprüye!” Sana “Köprüye çık” denildiği andaki yüreğinin çırpınış ve korkusunu bir düşün! Korku ve endişeden aklın uçmuştur. Sonra köprüye çıkmak için iki ayağından birini kaldırırsın. Ayağının altıyla onun keskinlik ve inceliğini hissedersin. Korkudan yüreğin ağızına gelir. Sonra diğer ayağını üzerine koyar, doğrulursun. Şimdi tam olarak köprünün üzerindesin.
Sıratta Günah Yükü
Sırtında taşıdığın günah yükün gittikçe ağırlaşmaktadır. Kalbin uçacak gibi olmasına rağmen köprüde yürümeye başladın, nihayet zirveye ulaştın. Sonra köprünün sallanmasıyla aşağıya doğru kaymaya başladın. Aşağıda Cehennemin kaynaması bütün insanları bir ıstıraba sürüklemiştir. Önünden ve arkandan insanlar peşi peşine Cehenneme yuvarlanmaktadırlar.
Acz ve zaafına rağmen köprü üzerindeki hâlini bir düşün! Önünden ve arkandan ayakları kayan erkek ve kadınlara bakmaktasın. Başları önlerine eğik, ayakları köprünün üzerinde... Melekler bazı erkeklerin sakallarından, bir kısım kadınların ise perçemlerinden yakalamaktadır. Bazılarının boynunda da halkalar vardır.
Yükselen Kıvılcımlar
Cehennem ateşi, onları yakalamak için azdıkça azmakta, coşup kaynamakta ve tepelerinin hizasına kadar kıvılcımlar saçmaktadır. Melekler onlara kancalar atıp çekmekte, ateş onların arzu ve hasretiyle kükreyip haykırmaktadır. Ateşin kıvılcımları insanların ta başlarına kadar sıçrayıp yetişmekte ve onları Cehennemin içine kadar çekmektedir. İnsanlar kurtuluşlarından ümit kesmiş vaziyette feryat ve figan etmektedir. Alevlerin ta tepelerine kadar çıkmasından aşağıya yuvarlanmakta ve “Mahvolduk! Helak olduk!” diye bağırmaktadırlar. Sen de, “ayaklarım kayar, köprüden aşağıya uçarım, düşüp vücudum paramparça olur, ayaklarım köprünün üzerinden kesilip havalanırım” korku ve endişesi içerisinde onlara bakmaktasın.
Sıratta Hâlimiz Ne Olur?
Bu hâli sakin bir kafayla ve güçsüz bedenine acıyarak düşün! Köprünün üzerinden rahat geçmek için daha dünyada iken günah yükünü hafiflet. Hiç şüphesiz Kıyamet gününün tehlikeleri, onları dünyada iken akıllarıyla düşünen, onlardan kurtuluşa çok büyük önem veren, kalblerine Âhiretteki kurtuluşun ağır yükünü yükleyen, o kurtulabilme korkusunu yüreklerinde taşıyan Allah dostları için hafifletilir. Bu özelliklerinden dolayı Mevlâları, Kıyamet günü bunları üzerlerinden hafifletir.
Öyleyse sen de bunları sürekli olarak göz önüne getir, bunların korku ve kaygısını kafandan bir an olsun çıkarma ki, Allah da böylece sana hafifletip kolaylaştırsın. Çünkü Allah zatına yemin ederek, dostlarına hem dünyadaki hem de Âhiretteki korkuyu tattırmayacağına söz vermiştir.
Ya Sırattan Düşersen...
Şiddetli korku ve zayıf bedeninle Sırat köprüsünün üzerinden geçişini düşün! Eğer gazaba uğramış ve affedilmemişsen, birden bire ayağının Sırattan kaydığını görürsün. Eğer Allah seni affetmezse, ayağının Sırattan kayacağı anki hâlini düşün! O anda kendi kendine, “Ebediyyen mahvolup gittim!” dersin. “İşte korkup endişe ettiğim başıma geldi.” dersin. Aklın uçar. Sonra diğer ayağın da kayar. Baş aşağı düşersin. Ayakların Sırattan kesilmiştir. Demir kancaların deri ve etlerine saplanmasından başka bir şey hissetmezsin. Bunlarla ateşe doğru çekilirsin. Ateş üzerine hücum eder.
Cehennem, Mevlâsının gazabından dolayı öfkesi kabarmış bir hâldedir. Ateş seni çektikçe sen Sırattan aşağıya doğru uçarsın. Ateşin hararetini hissettiğin anda, “Mahv oldum!” “Helak oldum!” diye feryat edersin. Pişmanlık ve teessüf bütün kalbini kaplamıştır. Daha ölmeden önce ve dünyadayken Aziz ve Celil olan Allah’ı razı etmeyi, hoşlanmadığı her şeyden de el çekmeyi ve böylece seni affetmesini boş yere temenni edersin.
Nihayet sen ateşin ortasına varınca, alevleriyle üzerine tamamen kapanır. Yüreğinin hasret ve pişmanlık ateşi doruk noktaya ulaşmıştır. Sen cenemme atıldığın anda şişersin. Sen yüzükoyun Cehenneme yuvarlanıp feryat ve figan ederken Aziz ve Celil olan Allah Cehenneme “Doldun mu?” diye seslenir. Sen hem Cenab-ı Hakk’ın seslenişini, hem de Cehennemin şu cevabını işitirsin: “Daha var mı?” (Kaf Sûresi: 30) Sen ateşin içinde iken, alevleri vücudunu sararken ve yaraları bedenini kaplarken Yüce Allah:
“Boş yerin var mı?” der. Sonra çok geçmeden vücudun akar, etlerin dökülür, sadece kemiklerin kalır. Sonra ateş içine salıverilir. Orada ne varsa hepsini yer bitirir. Sen feryat edip ateş de ciğerlerinin içine girerken, o ciğerlerinin hâlini düşün! Sen ağlayıp pişmanlığını haykırdığın hâlde bile artık sana acınmaz. Bir daha günaha dönmeyeceğim diye söz versen bile artık tevben kabul edilmez ve feryadına cevap verilmez.
Cehennemin İçeceği
Orada kalışın uzamışken hâlini bir düşün! Azap şiddetlenerek devam eder. Sıkıntı zirveye ulaşır. Susuzluğun şiddetlenir. Dünyadaki içecekleri hatırlarsın. Cehenneme sığınırsın. Sana azap vermekle görevli meleğin elinden kabı alırsın. Eline alır almaz altında avucun yanar. Hararetinden ve kızgınlığından elin parçalanıp etleri dökülür. Sonra o kabı ağzına yaklaştırırsın. Yüzün kavrulur. Sonra yudumlamaya çalışırken boğazının derisini soyar. Karnına ulaşınca iç organlarını parçalar.
Sen feryat ve figan edersin. O anda dünya içeceklerini, onların soğukluk ve lezzetini hatırlarsın. Sonra hararetini dindirmek ister ve dünyada alıştığın gibi yıkanmak ve suya dalmak sûretiyle serinlemek maksadıyla hamîm (kızgın su) havuzlarına koşarsın. Kızgın suya dalınca, tepeden tırnağa bütün bedeninin derisi soyulur. Daha hafif olur ümidiyle bir daha ateşe koşarsın. Sonra yine ateşin yangını sana şiddetli gelince kaynar suya geri dönersin. Böylece ateşle kaynar su arasında mekik dokursun.
Ateşin harareti son dereceye ulaşmıştır. Sen ise bir ferahlık ararsın. Kaynar su ile ateş arasında da bir ferahlık duyamazsın. Serinlik istersin ama asla bulamazsın. Sıkıntı, susuzluk ve yorgunluk dayanılmaz dereceye varınca Cennetleri hatırlarsın. Aziz ve Celil olan Allah’ın yakınlığını ve Cennet nimetlerini kaybetmekten gelen acı bir hüzün ve burukluk kalbinden boğazına doğru tırmanır. Sonra Cennetin içeceklerini, soğuk suyunu ve hoş yaşayışını hatırlarsın. Bundan yoksun kalmanın hasreti gönlünü parçalar.
Cevapsız Kalan Feryat
Sonra Cennette baba, anne, kardeş ve benzeri bazı akrabalarının bulunduğunu hatırlarsın, yanık bir kalbden yükselen hüzün dolu bir sesle onlara şöyle seslenirsin: “Ey anneciğim! Ey babacığım! Ey kardeşim! Ey dayıcığım! Ey amcacığım! Veya ey kız kardeşim! Ne olur bir yudum su! Onlar da sana red cevabı verirler. Böylece ümidini boşa çıkartmalarından ve Aziz ve Celil olan Rabbinin sana olan gazabından dolayı onların da sana öfke duyduklarını görmenin hasret ve üzüntüsünden kalbin parçalanır. Bunun üzerine dünyaya seni geri göndermesi ümit ve dileğiyle hemen feryat ederek Allah’a sığınırsın.
Ne var ki uzun bir süre, sana değer vermediğini göstermek için cevap vermez. Kuşkusuz sesin O’nun nezdinde menfurdur. Makamın O’nun yanında düşüktür. Sonunda Kendisine beslediğin bütün ümit ve emel bağlarını koparan şu sözleriyle sana seslenir: “Sinin orada Benimle konuşmayın!” (Mu’minûn Sûresi: 108) Sen, susup sinmeni emreden ve senin gibilere cevap verilmeyeceğini belirten O’nun bu ulu seslenişini işitince, âdeta ağız ve burnuna gem vurulur. Ruhun bedeninde çıkmakla kalmak arasında tereddütle gider gelir. Göğsünde nefesin daralır. Sesli sesli soluyan ve konuşmaya takat getiremeyen bir ıstırap içinde kalırsın.
Ümitsiz Çırpınış
Sonra Allah ümitsizlik ve hasretini daha da artırmak ister. Senin ve oradaki diğer düşmanlarının üzerine Cehennem kapılarını kapatır. Eğer O seni affetmezse, Cehennem kapısının gıcırdayıp üzerine kapandığını gördüğünde hâlini düşünebiliyor musun? Üzerlerine Cehennem kapıları kapatılırken gıcırtısını duyduklarında sen ve diğer Cehennem sâkinlerinin ümitsizliği ne büyük olacak. Çünkü, Allah‘ın kapıları bu şekilde üzerlerine kapatması, hiç kimsenin oradan çıkmaması için olduğunu anlamışlardır. Ümitsizlikten kalbleri parçalanır. Ümit bağları tamamen kopar. Kendileri için sonsuza dek Allah’ın azabından hiçbir kaçış, kurtuluş ve necat kapısı yoktur. Önlerinde ölümsüz, sonsuz bir hayat, bedenlerinden acısı hiç eksik olmayan bir azap vardır. Yürekleri sürekli olarak yanıp kavrulur. Onlara ebediyen rahatlık ve ferahlık yoktur. Bitmez hüzünler, tükenmez gamlar, onulmaz hastalıklar, çözülmez kelepçeler, sonsuza dek çıkarılmaz bukağılar, ebediyen dinmeyecek susuzluklar, asla bitmeyecek sıkıntılar ve gırtlaklarında duran zakkumdan başka hiçbir şeyle ve hiçbir zaman doyamayacakları açlıklar...
Allah’ın Rızasını Kaybetme Hasreti
Onlar zakkumun üstüne boğazlarını açması için “Su!” diye imdad isterler de kendilerine verilen kaynar su ciğerlerini parçalar. Aziz ve Celil olan Allah’ın rızasını kaybetme hasreti kalblerine oturur. Allah’ın Cennetteki yakınlığından yoksun kalmanın acısı yüreklerini kanatıp durur. Ağlamalarına acınmaz. Çağrılarına cevap verilmez. Feryatlarına koşulmaz. Pişmanlıkları kabul edilmez. Suçları bağışlanmaz. Aziz ve Celil olan Allah’ın gazabı onların üzerinedir. Onlardan sonsuza dek razı olmaz. Çünkü onlara gazab etmiştir. Allah’ın gözünden düşmüşler ve değerlerini yitirmişlerdir. Bu yüzden de onlardan yüz çevirmiştir.
Aç ve susuz bir hâlde, Cennet ehlinden yakınlarını çağırdıklarında hâllerini bir görebilseydin? Şöyle yalvarırlar: “Ey Cennetlikler, ey babalar, analar, kardeşler, bacılar! Kabirlerimizden susuz çıktık, Allah’ın huzuruna susuz vardık, susuz bir hâlde Cehenneme götürülüşümüz emredildi. Bize biraz su veya Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden bir şey gönderin!” Cennetlikler onlara “Susun!” diye cevap verirler. Yürekleri bir kez daha hasret ve nedametle dolar. Orada ümitsiz bir hâlde gidip gelirler. Sonsuza dek yüzleri serin bir meltem görmez. Orada ebediyen ağızları soğuk bir şeye değmez. Hiçbir zaman gözlerine uyku girmez. Onlar sürekli bir azap ve kesintisiz bir horluk içerisindedirler.
Allah Affetmezse
Allah seni affetmezse aynen bu örnekteki gibi olacağını düşün! Azap görenlerin sûretlerini bir görebilseydin! Ateş etlerini yiyip tüketmiş, yüz güzelliklerini silip götürmüştür. Vücutları mahvolup gitmiş. Sadece yanmış ve kararmış olarak birbirine ekli kemikler kalmıştır. Zincir ve bukağıları içerisinde endişe ve ıstırap çekmekte, ölüm ve helaklarını feryatla istemekte, çığlıklarla ağlayıp figan etmektedirler.
Onları bu hâlde görseydin, kötü manzaralarından duyduğun korkudan kalbin erir, pis kokularından vücudun zayıflar, cisimlerinin şiddetli sıcaklığı ve nefeslerinin hararetinden ruhun bedeninde duramazdı. Sen de orada, onlardan biri olarak, kalbinden ümit ve emel parıltısı kaybolup gitmiş, ye’s ve ümitsizlik seni kaplamış, acıklı bir hâldeki bedenini göz önüne getirerek bir düşün! Acaba hâlin nice olur?! Allah’ın sevip beğenmediği şeylere bakmanın ceza ve karşılığı olarak iki gözüne ateş dolar ve sen ateşin gözlerini yakarken çıkardığı sesi duyarsın. Ateş kulaklarına nüfuz eder ve sen onun uğultu ve gürültüsünü işitirsin. Ateş seni bürür ve kemiklerinden etlerini silkeler. İçine kadar nüfuz eder ve ciğer ve bağırsaklarını yer bitirir. Kalbini hasret, pişmanlık ve üzüntü kaplar.
Günahlarına Ağla!
Acizliğine karşı merhametin galeyana gelmiş bir hâlde bunları sakin bir kafayla düşün! Rabbinin sevmediği ve razı olmadığı şeylerden vazgeç. Böylece belki, O da senden razı olur. Aklınla O’na sığın ve günahlarını bağışlamasını dile ki, seni affetsin. Korkusundan ağla ki, sana merhamet edip kusurlarını bağışlasın. Hiç şüphesiz tehlike büyük, bedenin zayıf ve ölüm ise sana çok yakındır. Bunun yanısıra aziz ve celil olan Allah her şeyi bilir, seni görür ve seninle ilgili gizli-açık hiçbir şey O’nun ilminden kaçmaz. Sana gazab, nefret, buğz ve öfkeyle bakmasından sakın. O sana gazab ederse, sen ferahlık ve sevinç yüzü göremezsin.
Allah’ın emirlerine karşı gelmekten uzak dur, O’ndan kork, O’ndan haya et ve yüceliğini an. Seni gözetleyişini hafife alma, seni görmesini küçük görme. Senin üzerinde olan yüce makamını ve seni bilişini ta’zim et. Seni ansızın yakalamadan O’ndan kork ve çekin.
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#71447 29-06-2006 09:10 GMT-1 saat
bunların hepsini biliyorum biraz uzun arkadaşlar zaman aalabilir ama lütfen okuyun oldukça güzel bilgiler var
en azından içinde bulunduğunuz durumu değerlendirebilirmisiniz
eğer hala nefes alıyorsanız birşeyleri değiştirme fırsatınız hala var demektir ;)
çok geç olmadan o kabre girmeden kendinizi bi sorgulayın nereden geldim nereye gidiyorum benim gayem ne amacım ne?
öldüğüm vakit şuan eğlendiğim güldüğüm arkadaşlarım akrabalarım annem babam kardeşim bana ne yararı olacak
o kara toprağa girdiğimiz zaman sadece ameller kalacak geriye
binlerce pişman olacaksınız boş vakit geçirdiğiniz zamanlara
tabiki eğlenin gülün ama Rabbimizi Allah c.c. yü asla unutmayın
Dinimiz ne emrediyorsa elinizden geldiğinizce yapın
nefsinize kurban olmayın
pişman olmadan uykunuzdan uyanın..
en azından içinde bulunduğunuz durumu değerlendirebilirmisiniz
eğer hala nefes alıyorsanız birşeyleri değiştirme fırsatınız hala var demektir ;)
çok geç olmadan o kabre girmeden kendinizi bi sorgulayın nereden geldim nereye gidiyorum benim gayem ne amacım ne?
öldüğüm vakit şuan eğlendiğim güldüğüm arkadaşlarım akrabalarım annem babam kardeşim bana ne yararı olacak
o kara toprağa girdiğimiz zaman sadece ameller kalacak geriye
binlerce pişman olacaksınız boş vakit geçirdiğiniz zamanlara
tabiki eğlenin gülün ama Rabbimizi Allah c.c. yü asla unutmayın
Dinimiz ne emrediyorsa elinizden geldiğinizce yapın
nefsinize kurban olmayın
pişman olmadan uykunuzdan uyanın..
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu
#102204 29-07-2006 17:43 GMT-1 saat
Cindy ewEt sana katılıommm okumaqda fayda war ßen okudum ißRet almaq için
Bunu ilk beğenen siz olun
Hata Oluştu